top of page

BAKÜ

Güncelleme tarihi: 16 Eyl 2018

3 haftalık Kafkas ülkeleri ziyaretimin ilk durağı Azerbaycan. “İki Devlet Tek Millet” sloganıyla kardeş ülke ilan ettiğimiz Azerbaycan’da Bakü’den başlayarak Kuba, Kınalık, Gobustan, Gence, Şeki ve Gak’ı içeren bir rota izledim. Azerbaycan’a gitmeden önce internetten e-vize almak gerekiyor. https://evisa.gov.az/en/ adlı siteden alınan vizenin ücreti 24 $. Kardeş ülke dediğimiz Azerbaycan’ın bizden vize istemesi de ayrı bir şaşırtıcı oluyor. Eğer ki kara yolundan geçiyorsanız bir kolaylık yapıp kapıda vize uygulaması yapmışlar. Ben Fransız Pasaportu ile seyahat ediyorum, maalesef ki ona da aynı miktarda vize isteniyor. İzmir ve İstanbul’dan başkent Bakü’ye Azerbaycan Airlines’ın direkt uçuşlar bulunmakta. Ben Sabiha Gökçen’den yaklaşık 3 saat süren yolculuk ile Baku Haydar Aliyev Havalimanı’na vardım. Ama gerçekten hiçbir havayolunda THY kalitesini bulamıyorum.

Uzun yolculuğun ardından havalimanında neredeyse dakikada 1 çıkan bavulumu beklerken yaklaşık 1 saat harcayıp şehre geçmek için havalimanı servisine bindim. Şehre yaklaşık 45 dakikada giden bu servise binmek için havaalanı çıkışındaki makinelerden 2 Manat’a kart çıkartıp içine para yüklemek gerekiyor. Ben toplamda 8 Manat yükledim ve Bakü’de kaldığım süre boyunca yetti ve arttı. Havalimanı servisinin son durağı 28 Mayıs Metro İstasyonu, öncesinde Köroğlu Metro İstasyonu’nda da inilebiliyor.

28 Mayıs Metro’dan Sahil Metro’ya geçiş yaparak Bakü’de kaldığım Sahil Hostel’e yerleştim. Hemen Sahil Metro’nun birkaç dakika uzaklığındaki hostel oldukça modern ve samimi bir ortama sahip. Duvarlar tüm dünyadan gelen turistlerin notlarıyla dolu. Kız-erkek 10 kişilik karışık odada 2 katlı ranza şeklindeki yataklar bir o kadar da kişisel. Her ranzanın altında kilitli dolap bulunuyor. Herkes kendi yatağına gri bir perde çekebiliyor; her yatağın başucunda priz, telefon koyma rafı ve aynı zamanda okuma lambası da bulunuyor. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir yer. Bakü’de hostel fiyatları, benim gittiğim zamanda (1 Manat=3 TL) 30 TL civarında idi. Ben de geceliği 37 TL’ye kaldım.

SAHİL HOSTEL

Eşyaları bıraktıktan sonra ilk iş, telefon hattı çıkarmak. Bir ülkede internet olmadan gezmek hem zor hem de çok zaman kaybına yol açabiliyor. BakCell’den 5 GB’lık bir internet paketi aldım, hem de Instagram, WhatsApp gibi sosyal medyalar sınırsızdı. 2 Manat hat için, 10 Manat da paket için ödedim. Türkiye’de de bu tarz paketlerin uygun fiyata olması dileğiyle. Enteresan bir şekilde telfoncu harıl harıl yeni telefon numarası satıyordu ve fiyatlar numaraların özelliğine göre 2 Manat ile 40 Manat arası değişiyordu.

Azerbaycan’da rahatça Türkçe konuşulabiliyor. Türkçe ve Azerice birbirine benzeyen diller olsa da karşıdaki Türkçe biliyor ise sizle konuşabiliyor. Onlar bizle konuşacağı zaman konuşmalarını değiştiriyor, aralarındaki konuşmayı anlamak imkansız hale dönüşebiliyor. Genç nesil çocukluğundan beri Türk dizi, film ve çizgi filmleri ile büyüdüğü için dilimize oldukça hakim. Bazılarının dediğine göre kendi dillerindeki bazı kelimelerin varlığından habersizlermiş. Ama eski nesil, Rus kültüründe büyüdüğü ve uzun süre yaşadığı için Türkçe’den çok Rusça’ya hakim. Zaten genel olarak beni yabancı olarak algıladıkları zaman direkt Rusça konuşmaya başlıyorlardı. Ben anlamadığımı söylediğimde ya çat pat konuşmayı deniyor ya da etraftan bir genç çağırıyorlardı. İşin güzel yanı ise onların bizim dilimizi öğrenmeye çabalayıp bizle konuşmak için değişik konuşmaya çalışırlarken bizim böyle bir çaba göstermememizdi. Anadili İngilizce olanların rahatlığını biraz olsun hissetme fırsatı olmuş oluyor.

Hattımı da alıp direkt beni gezdirecek olan Sakine ve abisini bulmak için harekete geçtim. Sakine ile Eurovision zamanı Instagram’dan tanıştık. Ben Portekiz’de iken bana mesaj atmıştı; ben Azerbaycan’a gidene dek beni ülke hakkında oldukça bilgilendirmişti. Beni gezdirmek istiyordu, işe başladığı için sadece 6 sonrası müsaitti; neyse ki.. 2 erkek kardeşi ile beni karşılayan Sakine ilk olarak Şehitler Hıyabanı denilen şehitliğe götürdü.

Şehitler Hıyabanı, 1918 yılında Bakü Savaşı’nda öldürülen Azerbaycan ve Türkiye Türkleri’nin defnedildiği yer. 1990 yılına kadar bölge Dağüstü Park olarak eğlence mekanı olarak kullanılmış olsa da 1990 yılında gerçekleşen Kara Ocak olayından sonra bugünkü adını almış. O yıl 20-21 Ocak tarihlerinde mezarlar kazılmış ve şehitler Bakü’nün sokaklarında insanların omuzlarında taşınarak getirilip defnedilmiş. Bu defnedilenlerin arasında çocuk yaşta olanı da var, adı bilinmeyeni de; hatta Rus’u bile…

ŞEHİTLER HIYABANI

Şehitliğin hemen yan tarafında meclis binası, onun da karşısında şehrin simgesi haline gelmiş Alev kuleleri bulunuyor. Açıkçası bu kuleleri ilk Eurovision 2012, Azerbaycan’da gerçekleştiğinde görmüştüm ve “İyi ki bir gökdelenleri olmuş.” demiştim. Hala öyle düşünüyorum ama sevmiyor da değilim. Akşamları LED ışıklandırma ile gerçekten alev görüntüsü veriliyor, ayrıca Azeri bayrağı sallayan bir çocuk da yansıtılıyor. Peki neden alev?

Azerbaycan, Müslümanlık’tan önce Zerdüştlük’ün yani ateşe tapanların yaşadığı bir toprak idi. Bu sebeple ülkede hala birçok yerde alev, ateş rivayetlerde, hikayelerde, sembollerde, isimlerde kullanılmakta.

Şehitlikten şehir merkezine bir füniküler ile inmek mümkün. Sakine’nin abisi her ne kadar ücretsiz olduğunu söylese de ben yürüyerek inmeyi tercih ettim. Biriyle özellikle tanımadığın biriyle gezmenin kötü yanı para meselesi. Anladığım kadarıyla durumları çok da iyi değildi ve ben de onlara yük olmak pek istemedim. Beni Hazar Denizi’nin kıyısında, şehrin geceleri en canlı olan bölgelerinden biri olan Bakü Bulvarı’na götürdüler. Seyyar satıcılar, gençler, müzikçiler hep buradaydı. Bakü’nün Kordon’u olarak tanımlanabilir. Artık biraz yorulmaya başlayınca bahane ile onlardan ayrılıp hostele döndüm. Başkaları ile gezmeyi çok severim ama Sakine ve kardeşlerinden ayrılmak istedim. Bir anda çok yapıştılar, öbür günler için planlar yapmaya başladılar. Bana da sordular ama kibarlıktan hayır da diyemediğim için “Yarın nasıl kurtulacağım?” diye düşünürken gece Sakine’nin abisi bacağının ağrıdığını söyleyerek planı iptal etti. Herhalde ekildiğim için bu kadar sevindiğim olmamıştır. Öncelikle bir yere gittiğimde oranın yereliyle gezmek pek istemem, önerilerini dinlerim ama tamamını da ciddiye almam. Çünkü yereli oraya alışmıştır, ilginç gelmiyordur, kişisel bir problemi veya özel bir sevgisi olabilir. O sebeple olabildiğince turist gibi gezmek yanına da biraz yerel önerisi tercihimdir. Yani misafirperverliklerine lafım yok ama bir NCA özgür gezmek ister, bu kadar.

Tüm günün açlığı ile şehrin turistler için uygun geleneksel yemekler yapan mekanı Dolma’ya geçtim. Muhtemelen Rus binalarının tarzından dolayı, binaların sokağa açılan, merdivenle inilen alt katlarında birçok restoran ve dükkan bulunuyor. İlk akşam yemeğimde Dogva ve 3 Bacı yedim. Dovga oranın yoğurt çorbası olarak tanımlanabilir. İçerisinde yoğurt, un, dereotu, ıspanak, taze kişniş bulunuyor. Sıcak veya soğuk tüketilebiliyor ve garson nasıl istendiğini soruyor. Daha sonra marketlerde gördüm ki özel ambalajlarda tıpkı ayran gibi buzdolaplarında satıldığını gördüm. Ülkenin milli yemeği gibi tanıtılan 3 Bacı’ya gelelim: Domates, biber ve patlıcan dolması, 3 bacı bir arada. Dolmasının bizden farkı bolca kıyma ve soğan içermesi, pirinç olup olmadığına emin olamadım açıkçası. Yaptığım araştırma sonrası içerisinde bazı tariflerde kırık pirinç, zerdeçal olduğunu öğrendim. Doldurulan bacılarımız güveçte pişiriliyor ve suyuyla birlikte servis ediliyor, tabi evde tepside de yapabiliyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç hoşuma gitmedi, dolmanın içi ve dışı bütünleşmemişti, sebzelerin kabukları soyuluyordu, güveçteki suyun da hiçbir lezzeti yoktu.

3 BACI

İkinci gün soluğu İçeri Şehir’de aldım. İçeri Şehir, Bakü’nün suriçi bölgesi, eski şehir alanı. Surlarla çevrilmiş bölgenin içerisi turistlere ayrılmış bir bölge gibi görünse de eski evlerin içinde yaşayan bir kesim de bulunmakta. Halıcılar, hediyelik eşyacılar ve restoranların bulunduğu İçeri Şehir’in en önemli yapılarından biri Şirvanşahlar Sarayı. Saray 15. yüzyılda inşa edilmiş ve dönemin şajı Şirvanşah tarafından yaptırılmış.İki katlı sarayın üst katı şah ve ailesinin günlük hayatlarını geçirmeleri için ayrılmış; birinci kat ise saray ihtiyaçlarını karşılamak üzere organize edilmiş. Sarayın avlusunda bir de Yahya Bakuvi Türbesi bulunuyordu.

İÇERİ ŞEHİR & ALEV KULELERİ

Sarayın hemen alt tarafında ise Minyatür Kitap Müzesi bulunuyor. Yüzlerce minnacık kitabın bulunduğu, girişin ücretsiz olduğu bu müze açıkçası bana çok manasız geldi. İçini açamadığım, sayfaları çeviremediğim kitapları sırf küçükler diye görsem ne olur ki? Hiç etkileyici değildi. Şehrin içinde ilerleyerek simge yapılardan Kız Kalesi’ne geldim. İngilizcesi Maiden Tower olan kulenin 12. yüzyılda yapıldığı düşünülmekte imiş. Kulenin neden yapıldığı konusunda ise iki rivayet bulunmakta. Bana en mantıklı gelen savunma amaçlı yapılmış olması. Bir zamanlar Hazar Denizi kaleye kadar ulaşıyormuş. Denizden gelebilecek tehlikelere karşı bir gözetleme kulesi konumunda olabilirmiş. Bir de kalenin tam tepeden bakınca Buta sembolüne benzediği de söyleniyor. Buta, yani tavuskuşu. Bu ülkenin milli sembolü denilebilecek tavuskuşu figürü özellikle halılarda çok kullanılıyor.

KIZ KALESİ

AZERBAYCAN HALI MÜZESİ

İçeri Şehir sonrası doğruca Azerbaycan Halı Müzesi’ne geçtim. Hayatımda gittiğim en iyi müzelerden biri olduğunu söyleyebilirim. Aslında 1967 yılında kurulmuş olan müze 2014 yılında kıvrılmış halı şeklinde yapılmış yeni binasına taşınmış, dünyanın ilk ve en büyük halı müzesi olma özelliğine sahip. 3 katlı müzenin ilk katında halıların dokuma tekniklerini anlatan videolar ve halı

örnekleri bulunuyor. Jejim, kilim, shadda, varni, zili, sumakh bu tekniklerin birkaçı. İkinci katı, bölgeler, halı teknikleri ve motifleri anlatırken; üçüncü katı halı sanatına dair örnekler içeriyor. Halı sanatı ve zanaatının farklı kavramlar olduğunu gösteriyor üçüncü kat. O kadar güzel halılar vardı ki motifler yerine, resim işlenmişti. Özellikle Eldar Mikayılzade’nin döşediği Leyli ve Mecnun halısı muhteşemdi. Renkleri, kazandırdığı boyut inanılmazdı. Normalde bir halıyı yapan kişinin adı bilinmez iken halı sanatının birkaç önemli temsilcisi halıları ile isimlerini duyurmuşlar.

AZERBAYCAN HALI MÜZESİ

Halı müzesinden çıkıp görmeyi en çok istediğim yapılardan biri olan Crystal Hall’e geçmek üzere caddenin karşı tarafındaki otobüs durağına geçtim ve 5 numaralı kart basılan modern otobüse bindim. Bakü’nün en güzel özelliklerinden biri karşıdan karşıya geçmek üzere oldukça fazla alt geçidin bulunması. Bazen çok uzakta bulunduğu için çok yorucu gelebiliyor, yola atlayıp geçmeye çalıştığım çok oldu. Ama kimse buna tenezzül etmiyor ve şoförler de hiç yol vermiyor. Hatta ne kadar doğrudur bilemiyorum ama polis o şekilde karşıdan karşıya geçmeye çalışanlara ceza kesebiliyormuş.


CRYSTAL HALL

Gelelim Crystal Hall’e. Benim gibi bir Eurovision hayranı için unutulmaz yapılardan biridir. 2011 yılında Ell & Nikki’nin “Running Scared” adlı şarkısıyla Eurovision’da birinci olan Azerbaycan, 2012 yılında ev sahibi ülke oldu. Diğer ülkeler genel olarak bir stadyumun üstü kapatılarak yarışmaya uygun bir salon ooluşturmayı tercih etse de Azerbaycan tercihini yeni bir salon inşa etmekten yana kullandı. Dizaynı GMP adlı bir Alman firmasına ait olan binayı uzaktan görmek yetmediği için otobüsten indiğim duraktan yaklaşık yarım saat yürümek zorunda kaldım. Bir etkinliğe gidebilmek daha havalı olabilirdi ya da binanın hemen yanında bulunan Devlet Bayrağı Meydanı’nı ziyaret edebilmek. Maalesef dünyanın en büyük bayrak direğinin (162 metre) bulunduğu meydanda geliştirme çalışmalarından dolayı ne bayrak ne de direği bulunuyordu.. Normalde bayrak 35 metreye 70 metre büyüklüğünde ve 350 kilo ağırlığında imiş. Artık belki ileride Azerbaycan tekrar Eurovision’u kazanırsa gelebilirim düşüncesi ile oradan ayrıldım.

Bu seferki durağım Baku Modern Sanat Müzesi. Cyrstal Hall’e en yakın otobüs durağından bindiğim 5 nolu otobüsten Sahil Metro’da inerek yarım saati aşan bir yürüme mesafesinde bulunan müze şehrin galerileri dışında modern sanata ulaşabileceğiniz nadir yapılardan biri. Bir müzeden çok bir apartmanın altındaki mağaza havasındaki müze o kadar yürümeme ve kendisi için yorulmama rağmen tadilat sebebiyle kapalıydı. Özellikle Google Maps’e hiç güvenmemek gerektiğini fark ederek oradan bindiğim otobüs ile Haydar Aliyev Merkezi’ne geçtim. Haydar Aliyev Kültür Merkezi gördüğüm en hoş binalardan biri. Mimarı, binanın tarzından da çıkarabileceğimiz gibi Zaha Hadid. İran kökenli bu kadın mimarın projeleri dünya çapında oldukça meşhur. Hatta İstanbul Kartal’a ait bir kentsel dönüşüm projesi olmuş olsa da İstanbul Belediyesi tarafından bir türlü hayata geçirilememiş, modifiyeli Zaha Hadid yapmaya karar vermişler.

HAYDAR ALİYEV MERKEZİ

Haydar Aliyev, Azerbaycan’ın Sovyet Rusya’nın dağılması sonucu başa geçen ilk lider ve 2003 yılına kadar ülkeyi yönetmiş. Konuştuğum kadarıyla çok kişi özellikle şimdi ülkenin başındaki oğlu İlham Aliyev’i sevmese de Haydar Aliyev ülkenin Atatürk’ü gibi her yerde. Meydanlar, caddeler, onun için özel yapılmış anıtlar ve parklar ülkenin her yanında bulunmakta. Bu merkez de oğlu tarafından 2013 yılında açılmış. İçeriye giriş 15 Manat ve Haydar Aliyev’in antika arabaları başta olmak üzere çeşitli kalıcı ve geçici sergilere ev sahipliği yapan bir merkez konumunda. Büyük tiyatro, konser ve toplantı salonlarının bulunduğu bina yeni evlenen çiftlerin düğün fotoğrafı çektirmek için özel olarak geldiği bir yer. Açıkçası o kadar para verip içeriye girmemeyi tercih edip bahçesindeki geniş çimlerde tıpkı diğer gençler gibi oturarak binanın güzelliğini seyrettim. Kat kat bahçenin bir dikkat çeken özelliği de kocaman salyangoz ve tavşan heykelcikleri.

Haydar Aliyev’e gelmesi kolay ama dönmesi zor. Çünkü döneceğim yeri kesin olarak bilmeyince ve etraftan tıka basa otobüsler geçince bir taksiye atlayıp 28 Mayıs Metro İstasyonu’na geçtim. 28 Mayıs Metro İstasyonu şehrin ulaşım merkezi konumunda. iki metro hattının birleşim noktası olması dışında birçok otobüsün de bulunabileceği bir nokta.

Akşam yemeği için İçeri Şehir’e geri döndüm. Manqal adlı restorana geçip Duşbara ve Lüle Kebap sipariş ettim. Duşbara, bol baharatlı bir mantı çorbası. Çorbanın suyu tıpkı hazır Knorr çorbalara benziyor. Mantılar midye şeklinde ve nedense bir tanesinin tadı öbürünü pek tutmuyordu. İlginç olarak mantı çorbasının yanına “Çörek” isteyip istemediğimi sordu garson. Azeriler ekmeğe çörek diyorlar ve bazen bize göre gereksiz birçok yemekle ekmek tüketebildikleri oluyor. Lüle Kebap ise mutlaka tadılması gereken bir lezzet. Azerbaycan da Türkiye kadar olmasa da kebap cenneti bir ülke sayılabilir. Onlar özellikle ateşli silah namlusu olan lüleye benzediği için Lüle Kebap adını verdikleri kebaplarıyla övünüyorlar. Lüle kebabın en büyük özelliği kıymanın mutlaka kuyruk yağıyla karıştırılıyor olması. Dana veya kuzu kıyması kullandıkları kıymaya soğan, tuz ve karabiber dışında hiçbir şey eklemiyorlar. Şişe dizilen kebap bizdeki gibi uzun değil iki küçük parça şeklinde sunuluyor. Lezzeti gayet yerindeydi, pişirirken eti kurutmamışlardı ama bir tık daha az pişirebilirlerdi.. Kebapla verdikleri lavaş çok inceydi, hoşuma gitti. Fakat yanında sundukları ikram olan sumaklı soğan en fazla iki çatallıktı. İkram konusunda İstanbul’dan bile cimrilerdi doğrusu.

3. günümü hem Bakü’ye hem de Gobustan’a harcadım. Gobustan ile ilgili detaylar için tıklayabilirsin.


DUŞBARA

LÜLE KEBAP

Gobustan dönüşü doğruca Ateşgah’ın yolunu tuttum. Tabi bu yazdığım kadar kolay omadı. Gobustan’dan bindiğim taksi beni “20-ci sahe” otobüs durağında bıraktı. Oradan şehre dönmek için 195 numaralı otobüs; ardından Sahil Metro İstasyonu’ndan Köroğlu Metro İstasyonu’na geçiş ve oradaki büyük otobüs durağından Ateşgah’a giden 184 numaralı otobüs. Bu otobüs galiba saatte bir defa geliyor ve eğer bir insan kıpırtısı yoksa durmadan ilerliyor. Bu yüzden ilk gelen otobüsü kaçırınca sımsıcak havada uzunca bir süre beklemek zorunda kaldım. Otobüse binmek yolun yeni başladığının göstergesi. Ateşgah son durakta bulunuyor ve ben vardığımda saat 17’yi gösteriyordu. Giriş ücretliydi. Yetişkin turist için 4 Manat iken öğrenciye 1 Manat.

Milattan önce 2. yy’da yapılmış olan Ateşgah, bir zamanların Zerdüşt ülkesi Azerbaycan’ın Ateş Evi yani ateşe tapınma merkezi imiş. Ülke doğalgaz ve petrol bakımından zengin olduğu için ülkenin bazı bölgelerinde doğal gazın yeryüzüne çıktığı ve ateşe verildiği; bu yüzden de hiç sönmeyen ateş kaynaklarının bulunması ülkenin ateşin ülkesi olarak tanımlanmasında etkili olmuş. Zerdüştlük, Azerbaycan topraklarına Pers İmparatorluğu bu bölgeyi ele geçirdiğinde geçmiş. Ateşgah, İslamiyet’e kadar çok önemli bir merkez olarak işlevini sürdürmüş. 17. yy’da Hinduizm dini mensupların burayı restore etmesiyle, bazı etkilenmeler de meydana gelmiş. Hinduizm’de hem arınmayı hem de yok ediciliği simgeleyen ateş, kitlesi azalsa da tapınılan bir kavram olmayı sürdürmüş.

ATEŞGAH

Bakü’nün yine şehir merkezinden biraz uzakta bulunan gezilecek noktalarından biri Yanardağ. Buraya gitme fırsatım olmadı. Gerek turizm ofisi, gerek de oraya gidenler çok da fazla önermedi. Burada yine yeryüzüne çıkan doğal gazın etkisiyle küçük bir tepe bölge hiç sönmeyen alevlere sahip. Ama fotoğraflarda göründüğü gibi geniş bir alanda değil de daracık bir alanda bulunuyormuş. Ve etrafında başka yapılacak bir şey olmadığı için birkaç saniyelik görüntü için, Ateşgah’ın benzeri bir yere o kadar yolu çekmek istemedim. Buraya gitmek için de 147 numaralı otobüse Azatlıq Metro İstasyonu’ndan binmek gerekiyor. Giriş tam için 2 Manat, öğrenci için ise 1 Manat imiş.

Hatırlatmakta fayda var. Bakü, her ne kadar şehir merkezinde çok gelişmiş bir görüntü sunsa da şehrin merkez dışındaki bölgelerine giden otobüslerinde kart sistemi yok, bazı yerlerde müşteri bulabilmek için çok bekleyebiliyorlar. Ücretleri genel olarak ? olmakla birlikte parayı inerken vermek daha yaygın. Daha araç yola çıkmadan verdiğim zaman genelde garip bakışlara da rastladım.

Ateşgah, sonrası hafif bir akşam yemeği için Firuze Restaurant seçimim oldu. Turistlerin uğrak noktası olan mekanda her zamanki gibi tek başıma olduğum için pek önemsemedim. Tabi zengin Arap aileleri varken benim istediğim 2 Qutab’a kim değer verir? Qutab buranın gözlemesi. Fiyatı 1 Manat civarında oluyor, oldukça küçükler. İçleri öyle malzeme dolu değil, incecik hamurun arasında biraz da malzeme. Ben balkabaklı ve levengili istedim. Balkabaklı muhteşemdi. Levengi ise ceviz, kuru soğan ve çeşitli baharatlarla hazırlanan ezme tarzı bir şey. Aslında levengi tavuğun içine dolduruluyor ama bütün tavuk getirdikleri için tatma fırsatım olmadı. Gözlemede de gayet güzel olmuştu. Sanki kıymalı gözleme gibiydi. Gözlemelerimi yiyince tatlı için Chinar‘a gittim. Burada özellikle Azeri baklavaları, Badambura ve Şekerbura bulmak mümkün. Şekerbura, bizim Şekerpare’nin çakması, içi cevizli bir kurabiye gibi. Badambura da bunun bademli versiyonu. Açıkçasıo Azeri baklavalarını da pek beğenmedim. Çıtırlık pek yok, kat kat hamur, biraz bizim ev baklavalarına benziyorlar. Farklı olarak içerisine safran koyuyorlarmış ve genel olarak fıstıklı değil de cevizli oluyor.


Öbür gün artık Bakü’ye veda zamanı. Öncesinde güzel bir Azeri kahvaltısı yapmak gerekir. Azerbaycan’da pastanelere “Şirniyatçı” adı veriliyor. Bir şirniyatçıdan poğaça, açma tarzı ürünler alınabilir ki hiç çekici gözükmüyorlar. Bir önceki gün peynirli açma tarzı bir şey denedim, peyniri kaşarımsıydı; fena değildi ama enteresan da değildi. Biraz daha geleneksel lezzetlerden tatmak üzere İçeri Şehir’de bulunan Qele Diyarı’na gittim. Kahvaltıya Şor ve Çörek ile başladım. Şor buraya ait çökelek ve lora benzeyen bir peynir çeşidi. Biraz sulu, hafif ekşi; çok da tercih etmeyeceğim bir tür. Tek başına yenilmesi biraz zor. Onların pideleri olan Çörek ile yenilebiliyor. Çöreklerinin üzerine yumurta sürülmüş, dış kabuğu yumuşacık değil, biraz pürüzsüz ve sert. Ardından gelen Kesmikli Blinçik ise herkesin beğenebileceği türden bir şey değil. Krep hamuruna çok benzer, biraz daha kalıncasının içerisine kesmik konulmuş ve bir bohça gibi katlanmış. Kesmik, sütün kesilmiş kısmının koyu kısmı. Hamurundan dolayı da olabilir; kesmiğin pişmesinin sonucu da, tam bilemiyorum fakat hafif bir tatlı aroması vardı. Bu da yerken hafif de olsa mide bulantısına yol açtı. En son gelen yemeğim ise Kükü oldu. Kükü, otlu omlet olarak tanımlanabilir, İran mutfağında da bulunuyormuş.İçerisinde taze soğan, taze kişniş, pırasa, yeşil sarımsak, dereotu gibi birçok yeşillik bulunuyor.. Bu otları bir araya getiren yumurta ise gözle görülemeyecek bir azlıkta. Yumurtanın azlığına rağmen yağın fazlalığı yine mide bulandırıcı bir tat oluşturuyor. Bu ülkelerde zeytinyağı çok yaygın olmadığı için genel olarak mısır özü ve çiçek yağı kullanılıyor. Bu tarz yağlar çok çabuk trans yağa dönüşebiliyor, yemekleri hem sağlıksız hem de lezzetsiz bir hale sokuyor. Kahvaltımdam hiç de memnun kalmayarak kalktım ve Kınalık maceram için yola koyuldum.


KÜKÜ

KESMİKLİ BLİNÇİK

bottom of page