Sırbistan'da IV. Gün:
Sırbistan’daki son durağımız Niş. Niş, ülkenin güneyinde bulunan en büyük kent. Niş, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında büyük olaylara ev sahipliği yapmış Nazi Toplama Kampı ile turistlerin ilgisini çekiyor. Tabi Kosova veya Makedonya’ya geçecekler için de bir aktarma noktası burası. Niş’e ulaşımın en kolay yolu otobüs. Biz de sabah erkenden uyanıp otogara gittik ve sabah 9’daki otobüsü yakaladık. Önce de dediğim gibi toplu ulaşım çok yaygın ama yine de riske atmamak adına sabah erkenden gitmekte fayda var. Tek kişi tek yön bilet ücreti 1320 Sırp Dinarı. Otobüsümüz 2 katlıydı. Gerçekten nedenini anlamadığım bir şekilde oldukça fazla bir yolcu sirkülasyonu var ülkede. 7 milyon nüfusa sahip bu topraklarda bu hareket beni oldukça şaşırttı. Örneğin Kafkas ülkeleri seyahatimde şehirler arası otobüsler yaz sezonu olmasına rağmen günde bir iki kez oluyordu. Neyse ki ulaşım problemi yaşamamış olduk bu sayede.
Yaklaşık 3 saat süren yolculuğumuz sonrası Niş Otogarı’na vardık. Otogardan çıkar çıkmaz karşımda bir etçi bulunuyordu. Ülkede her taraf etçi diyebilirim. Dükkandan çıkıntı şeklinde yerleştirilmiş olan ocak yukarıdan bir baca ile dumanını yukarıya veriyor. Koku falan yok, lezzet var. İki kadının işlettiği bu etçi de 140 Dinar’a bir Pljeskavica aldım. Ekmek arasına yerleştirdikleri kocaman ete eşlikçi olsun diye de lahana, havuç ve kırmızı ketçap gibi bir sos koydurdum. “Ucuz etin yahnisi bol olur!” misali aşırı beğendim. Kadınlar biraz sinirlendiler kendilerince video çektiğim için ama kimin umurunda.
Pljeskavicamı yerken Nazi Kampı’na vardık. Burası etrafı duvarlar ve dikenli tellerle çevrili, gözetleme kuleleri,bir büyük bina ve küçük tek katlı uzun ince yapılardan oluşan bir alan. Büyük binanın en üst katında sorun çıkaran mahkumları kapattıkları hücreler bulunuyor. Diğer küçük alanlarda da mutfak, yemekhane gibi alanlar. Kampta en başta soykırım amaçlı kimse öldürülmemiş. İçeride Yahudi, Sırp ve Romen kökenli insanlar tutulmuş. Burada asıl önemli olay 12 Şubat 1942'de gerçekleşmiş. 82 kişinin öldürülmesine rağmen 105 kişinin kaçmayı başardığı o günden sonra kamp iyice sıkı bir hale gelmiş. İsyanlar da artmış, öldürülmeler de. Toplamda 30 bin kişinin çeşitli dönemlerde tutulduğu kampta 10 bini aşan sayıda insan infaz edilmiş. Girişte bir kadın bilet parası istiyor. Toplama kampına giriş ücreti dediğine göre 200 Dinar imiş, ama sattığı kombine bilet ile Arkeoloji Müzesi ve Kelle Kule de dahil 250 oluyormuş. Kelle Kule’ye gittik, hiçbir ücret alınmadı. Müzeye de gitmedik, hafiften kazıklandık sanki.
Toplama kampından çıkıp otelimize yürümeyi düşünüyorduk ki hava öylesine soğuktu ki kıpırdamak bile istemedik. Kampın karşısındaki durakta şehir merkezine giden bir otobüs geliyormuş ancak biz gelmeden taksiye binmeyi tercih ettik. Bosna Hersekli Pilates öğrencimin de dediğine göre zaten Niş rüzgarı ile meşhurmuş.Taksiyle doğruca Kelle Kule (Cele Kula)’ye geçtik. Burası aslında Osmanlı ile gururlanan Türkler’in utanç duyacağı bir hikayeye sahip. 1809 yılında ayaklanan Sırplar Osmanlı kuvvetleri karşısında güçsüz kalınca komutanları Stevan Sindelic, silahını çekip cephaneliği ateşlemiş. Ateşlenince oluşan patlamada Osmanlı ve Sırp askerleri birlikte can vermiş. Savaş sonrası, Osmanlı kumandanı Hurlit Paşa ölen Sırp askerlerinin kellelerini toplattırmış. Derileri yüzülüp içleri doldurulan 952 kelle kule inşa edilmiş. Canice gözüken bu kulenin amacı da Osmanlı hakimiyetine karşı çıkılırsa ne olacağını kalıcı bir şekilde göstermekmiş. Şu an kule ayrı bir bina ile çevrili. 3 metre yüksekliğindeki kuleyi ayrı bir bina ile çevreleyip çatılamalarının sebebi zarar görmesini engellemekmiş. Ailelerinin defnetmek amacıyla aldığı kafataslarından dolayı da şu an ancak 58 tanesi görülebilmekte.
Niş’te konaklayacağımız yer Royal Apartments’a geçiş yaptık. Çatı katında, oldukça temiz bir dairenin odasını verdi adam bize. (geceliği 14,40 €)Biraz kiralama usulüne benzer çalıştıkları için resepsiyon gibi bir bölüm yok. O sebeple tekefon konuşma hakkımız olmadığı için adama komşular sayesinde zar zor ulaştık. Meğer WhatsApp yerine Viber kullanıyormuş. Buradaki gözlemlerime göre halk Viber’ı tercih ediyor. Geleceklerin aklında bulunsun.
Niş, Sırbistan’da gittiğimiz diğer şehirler gibi içinden nehir akan bir şehir. Nisava Nehri şehri ikiye bölüyor. Nehrin etrafı çok hoş bir şekilde düzenlenmiş. Yazın aşırı keyifli olduğuna eminim. Nehrin hemen yanında Niş Kalesi bulunuyor. İlk göze çarpan taştan kapı da İstanbul Kapısı olarak adlandırılıyormuş. Roma döneminde askeri bölge olan alan, Osmanlı zamanında surlarla çevrilerek kale haline dönüştürülmüş. İstanbul Kapısı’ndan geçince içeride hamam çıkıyor gelenlerin karşısına. Şu an restoran olarak kullanılıyor bu hamam. lleride ise Osmanlı’dan kalma Bali Bey Cami (Türkçesi ile Vali Bey) bulunuyor. 1521 yılında önce mescit olarak inşa edilen camiye biz gittiğimizde giriş yoktu. Dediklerine göre sanat galerisi olarak kullanılıyormuş. Bölgede bir dikkat çeken yer de Lapidarium denen mezar ve bazı heykel kalıntılarının sergilendiği alandı. Ancak halka bakacak olursak bu kale alanı insanların yürüyüş yaptıkları, köpeklerini gezdirdikleri bir rahatlama alanı olarak kullanılıyor diyebiliriz.
Kalenin girişindeki Tourism Office’e Priştine otobüsü saatlerinden emin olmak için sorduğumuzda kadın inatla oraya otobüs kalkmadığını iddia etti. Halbuki biz otogardan çıkarken danışmaya sormuştuk ve olduğunu söylemişti. Çarşıya geçtiğimizde öbür Tourism Office’e sorduğumuzda o da arayıp soruşturdu ve bizle aynı sonuca ulaştı. Sabah 7 ve akşam 18 olmak üzere Adio Tour otobüsleri otogardan kalkıyor, Kosova’a gidiyor. Araştırdığım kadarıyla Kosova’ya gidişte problem olmuyormuş da oradan gelişte çıkıyormuş sorun.
Sırbistan’daki son akşam yemeğimiz için Kod Rajka Kafe’ye gittik. (Kafana Kod Rajka) Burası uygulamalarda şehrin en iyi restoranı olarak geçiyor. Elit ortamı ve kalitesine rağmen fiyatları diğer yerlere kıyasla çok da abartı değildi. Tabii ki ortaya bir Shospka söyleyerek başladık yemeğe. Ardından kaymaklı domuz parçalarımız, Ustipci ve öküz kuyruğumuz geldi. Kaymaklı et o kadar ama o kadar güzeldi ki. Jülyen jülyen doğranmış domuz parçalarının sıcağıyla yavaş yavaş eriyen kaymak, üzerine de biraz tuz. Mükemmel ötesiydi. Kaymakları tereyağı gibi olduğu için lezzetine doyum olmuyor. Öküz kuyruğu da tiftilmiş et olarak tanımlanabilir. İçerisinde havuç ve karabiber ağırlıklı olmak üzere biraz baharat vardı. O da gayet güzeldi, biraz daha sulu yemek havasındaydı. Ustipci ise köfte ülkesinin bir farklı köftesi, yağlı yağlı, biraz da kızarmış gibiydi.
Soğuk havaya rağmen yine de canlı sayılabilecek şehirde akşam fazla oyalanmadan uyumaya geçtik. Malum yarın sabah yolculuk Kosova’ya. Bakalım bizi neler bekliyor?
Sırbistan'da Son Gün:
Daha sokaklar bomboş iken aldık valizleri çantaları yürüye yürüye otogara. Hafif şehir dışında gibi gözüküyor haritada, ama çok çok yakın merkeze. Bir 10-15 dakika yürüdük en fazla. Gişeden hemen biletlerimizi aldık. Sanki kaçak bir otobüse biniyormuşuz da bir anda da görevlinin böyle bir otobüs olmadığını söyleyecekmiş gibi bir his vardı içimde. Neyse ki hiçbir problem olmadı. Tanesi 760 Dinar olan biletlerimizi aldık, otobüs neredeyse bomboştu. Ama Kosova sınırına kadar dura kalka biraz daha müşteri topladık ki yine de ettik 15 yolcu. 7 Şubat İdil’in doğum günüydü, önceden Pekara’dan tatlı bir şey almıştık hemen sınırda kutladık doğum gününü. Her zaman denk gelemez böyle sınırda doğum günü J Sınır, geçtiğim en rahat sınırdı diyebilirim. Hiç otobüsten inmeden pasaportlarımız toplandı, aşağıda polisler damgayı vurdu, sonra da teker teker dağıttılar yine. Öyle düşman ülkeler, sınırda zorluk var falan diye düşünmeyin. En azından bu yönde geçişlerde hiçbir sorun yok.
Seyahatimizin devamını Kosova yazısında bulabilirsiniz. Ama dikkat: Otobüs Priştine'ye değil, Gracanica'ya gidiyor, önce inmek gerek.
Comments