top of page

BRATİSLAVA

Güncelleme tarihi: 27 Ağu 2020

Mısır seyahatimden sonra ilk defa gezi yazımı yazmaya seyahatim sırasında başladım. Bunun bir sebebi de Slovakya’nın beni biraz sıkmış olması diyebiliriz. Gezi sırasında yazmaya başlamış olsam da 1 yıl sonra zorla bitirebildim bu yazıyı. Daha önceden okuduğum bir yazıda Slovakya için demişlerdi ki “Görmeden önce ölebilirsiniz.” NCA, hiçbir ülke için öyle düşünmez ama bu ülkeyi listenizin sonlarına alabilirsiniz. Ve gerçekten de özel olarak buraya seyahat etmek yerin Avusturya, Çekya ve Macaristan gezinizle birleştirebilirsiniz.

VİYANA ULUSLARARASI HAVALİMANI

Ülkemizden Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya veya diğer şehirleri Kosice ya da Ostrava’ya uçuşlar biraz pahalı. Ucuz yapayım derken de aktarmalı bir şekilde 10 saati aşan bir yolculuk haline geliyor. O yüzden ben de uçuşumu Avusturya’nın başkenti Viyana’ya aldım. Viyana ve Bratislava’nın arası sadece 1 saat. Havalimanından çıkınca 4 numaralı perondan sık sık farklı otobüs şirketlerinin Bratislava’ya servisleri kalkıyor. İstanbul’da zaten Havaist ile gitmek istediğiniz yere ancak o kadar sürede varabiliyorsunuz. Hatta daha bile fazla sürüyor. Hem benim gibi İzmir’den gidenler için de İzmir-Viyana arası direkt uçuşlar bulunuyor. Slovak Lines ile Bratislava’ya girince 3 farklı durakta duruyor. Bratislava’nın ortasından Tuna Nehri geçiyor. Siz de nehrin karşısına geçince ilk durakta inin. Nehrin hemen yanındaki bu durak şehir merkezinde gezilecek tüm yerlere en yakın durak. Yoksa bir de otobüs terminalinden yürümek zorunda kalırsınız.

SLOVAK LINES

Otobüsten iner inmez beni Slovakya’nın dünya harikası olarak gördüğü SNP Köprüsü karşıladı. Viyana'dan Bratislava'ya geçerken belki de ilk gördüğümüz farklı yapı Tuna Nehri'nin üzerindeki bu köprü. Slovakça adıyla Most Slovenského Národného Povstania, Slovak Ulusal Yükseliş Köprüsü anlamına geliyor. Dünyanın en uzun tek kuleli asma köprüsü olma özelliği taşıyan yapıya ise UFO Kulesi de deniyor. Çünkü gözetleme kulesi ve restoranın bulunduğu kulesi tıpkı bir uçan daireye benziyor. Maalesef ki projesini A. Tesár, J. Lacko ve I. Slameň'in üstlendiği köprünün yapımı sırasında eski şehir bölgesindeki Yahudi Mahallesi' nin neredeyse tamamı yıkılmış. Bu kuleli köprünün bu UFO katına para verip çıkabilir hatta şehrin panaromik manzarasına karşı bir yemek de yiyebilirsiniz. Ben uzaktan bakmayı tercih edip doğruca Bratislava Kalesi’ne tırmandım.

UFO KULESİ

Bratislava Kalesi’nin kökeni milattan önce 2000’li yıllara kadar dayanıyor. Kale bugünkü görünümünü Büyük Moravya İmparatorluğu döneminde Maria Theresia’nın hükümdarlığında yakalıyor. Kalenin ana binası şu an Ulusal Tarih Müzesi olarak kullanılıyor. Ama en başından söyleyim hiç para verip de zaman harcamaya değecek bir şey yok müzenin içinde. Öğrenciye 4€ olan müze, koskoca kalenin ne kadar kötü kullanılabileceğine en güzel örnek. Genelde ulusal müzeler ülkenin tarihini, savaşlarını, kurulma öykülerini kronolojik olarak anlatır. Müze de akıcı bir şekilde sizi kendine çeker. Ama bu müzede olanlar kalenin eski kartpostallardaki halinin kopyalarını, kalenin restorasyon fotoğraflarını ve de eski mobilyaların olduğu bir sergi. Özellikle mobilya sergisi, üzerine keçe serilmiş masaların üzerine oturtulmuş mobilyalardan oluşuyor. Çok kötüledim, tabii ki enteresan şeyler vardı ama böyle müze olmaz. Bazı odalar bomboş, ama insanlar belki sonunda bir kapı vardır diye gidiyor. Sonra da tıpkı bir çıkmaz sokağa gelmiş gibi geri dönüyor. Madem bir şey yok çekin bir bant! Müzeye girmenin ilgi çekici yanı ise 47 metrelik en yüksek kalesi olan Taç Kulesi’ne tırmanıp şehre en tepeden bakma şansı bulmanız.

BRATİSLAVA KALESİ

Kaleden sonraki durağım ise St. Martin Katedrali. Şehrin en büyük katedrali olan yapı zaten şehre adım atar atmaz kendini belli ediyordu. Yapılışı 15. yüzyıla dayanan kilise, Macar İmparatorluğu döneminde taç giyilen kilise olma özelliği taşıyormuş.

ST. MARTIN KATEDRALİ

Bu arada genelde bir ülkeye gittiğimde hemen bir internet paketi alırım. Ama Bratislava’da tarihi bölgeyi kapsayan alanda bedava Wi-Fi var. O yüzden bayağı rahat ettim. Katedralden çıkıp şehrin iç kısmına doğru ilerleyince her taraf güzel binaları ile göz dolduruyor.

Yavaştan hava kararmaya başlayınca hemen eşyalarımı hostele bırakmaya karar verdim. Slovakya ve Çekya seyahatim sonrası Almanya’da bir ay yaz okuluna gideceğim için maalesef ki bir de mini valizle dolaşmak zorundayım bu seyahatte, o kadar yorucu oluyor ki. Kaldığım Hostel Bratislava by Freddie, şehrin en ucuz mekanlarından biri. 4 kişilik odalarında 121 TL’ye kaldım geceliği. Konumu eski şehir bölgesine yürüyerek yaklaşık 20-25 dakika olduğu için kötüydü, ancak hemen tren garının yanında olduğu için ikinci gün eşyalarımı gün sonuna kadar orada bırakabilmek bayağı rahatlattı. Bu hostelde kalacaklara yollarının yarısını kısaltacak bir tavsiye Slovak Pub adlı restoranın önünden geçen ve üzerinde Hlavna Stanica yazan trene binip son duraktan bir önceki durakta inerek biraz rahatlarsınız. Bu arada bazı ülkelerde olduğu gibi burada da toplu ulaşımlara para vermeden binebilirsiniz. Yakalanırsanız belki ceza kesiliyordur, artık o sizin şanssızlığınız olur diyelim. Halkın da büyük çoğunluğu bilet basmıyor. Bilet ise duraklarda tuşlu bazı sarı makineler var. Oradan alınıyor.

HOSTEL BRATISLAVA BY FREDDIE

Eşyalarımı da bıraktığıma göre artık özgürüm! Hemen gezinin en önemli kısmına gelelim: YEMEK! Slovak mutfağını kaliteli bir şekilde tadabileceğiniz çok fazla mekan bulunmuyor. Bulunanlardan da en güzeli yerellerin de onayıyla 1.Slovak Pub. Trafiğe kapalı, ortasından sadece tramvay geçen Obchodná Caddesi’nde bulunan bu restoran bir binanın 2. katında bulunuyor. Her kısmı ayrı konseptte düzenlenmiş oldukça samimi bir ortam. Slovakya’ya gelince yenmesi gerekenler listesinin başında “Krémova cesnacka” adlı Sarımsak Çorbası geliyor. Çorba içi oyulmuş kocaman bir ekmeğin içinde servis ediliyor. İçi aslında çorbadan çok erimiş kaşar kıvamında olan bir peynirdi diyebilirim. Hele de soğudukça peynir de katılaşıyor, e biraz da ekmek de çekince bir yerden sonra çorba oldu mama. Krema, patates ve bolca sarımsak konularak yapılan çorbaya bizdeki örgü peynir gibi bir peynir konuluyor. Üzerine de biraz maydanoz.. Peynirlerin katılaşmaması ve ekmeğin çorbayı çok çekmemesi için biraz hızlı yemek gerekiyor. Ama o sarımsak lezzeti çorbaya o kadar yakışmıştı ki. Evde de bu çorbayı denemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

KREMOVA CESNACKA

Çorbadan sonraki lezzet ise Bryndzové pirohy. İçi peynirli üzeri domuzlu mantı olarak tanımlayabiliriz bunu. Doğrusunu bunu yiyince dünya mantı sıralamamda ilk yeri aldı diyebilirim. İçi İçi Slovakya'nın koyun peyniri Bryndza adlı peynirle dolu mantılar yıldız şeklinde dizilmişti. Tam ortaya yine içindeki peynire benzer ama daha tuzlu olan Kyslá Smotana adlı lor kıvamında bir krema bizdeki yoğurt gibi bandırmak üzere konmuştu. Bunların üzerine de kavrulmuş küçük domuz parçaları. Domuzun yağı, hamurun yumuşaklığı, ortadaki peynirin tuzlu tadı birleşince o kadar güzel bir lezzet oluyordu ki porsiyonu 6,90€ olmasa bir porsiyon daha alırdım. Hamurun lezzeti, etin yağı, kremanın tuzlu ve ekşi aroması birleşince ortaya tadına doyum olmaz bir tabak… Artık Euro düşse de Avrupa’da rahat yesek!

BRYNDZOVE PIROHY


Hostelden Slovak Pub’a yürürken şehir beni biraz korkutmuştu. Sokaklarda tek yürüyen nerdeyse bir ben vardım. Tek tük banklarda oturan insan çıkıyordu. Hava biraz yağışlıydı ama bu kadar da sakin olamazdı. Restoranın olduğu cadde de aşırı sakindi. Ben de bu şaşkınlıkla bir de eski şehrin olduğu bölgeye gitme kararı aldım. Meğer şehrin kalbi orada atıyormuş. Ama bence turistler de olmasa orası da çok sakin olacakmış. Barlar, clublar, popüler restoran ve kafeler… Yumuşak bir şekilde aydınlatılmış eski binaların içi oldukça hareketliydi. Şehrin en önemli sokağı Michalska’nın bence en güzel görüntüsü de gece oluşuyor. Buradaki Michael’s Gate ise şehrin kalan tek kapısı. 14. yüzyıldan beri orada olan kapının 51 metrelik kulesi şehrin müthiş manzarasına sahip. İlgisini çekenler için de bu kapı aynı zamanda Silah Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

MICHAEL'S GATE


2. GÜN

Bratislava’daki ikinci günüme tırmanışla başladım. Hemen hemen her şehirde tırmanacak bir yer bulurum. Burada da durağım Slavin! Ama öncelikle sabah kahvaltısı konusuna da biraz değineyim. Bu ülkede kahvaltıya dair neredeyse hiçbir mekan yok. Sadece marketlerde (onu da bulabilirseniz) birkaç hamur işi çeşidi var. Ben de sırf yemiş olmak için, çok da güzel olmasa da üstü rezeneli içi haşhaşlı kat kat yumuşak hamurlu Pagac’ı 0.45 Euro’ya deneyip güzel villaların arasından Slavin’e doğru tırmanışa geçtim. Bu villaların bulunduğu semtte karşınıza çıkan böğürtlen ve eriklerle de güne daha sağlıklı bir başlangıç yapabilirsiniz.

PAGAC

Slavin II. Dünya Savaşı’nda Bratislava’nın özgürlüğü için şehit olan yaklaşık 7 bin Slovak askerin anısına yapılmış bir anıt. Orta Avrupa’nın en büyük askeri anıtı olma özelliği taşıyan yapı 52 metre yüksekliğinde. 42 metrelik obelisk kısmının üzerinde heykeltıraş Alexander Trizuljak tarafından yapılmış bir Slovak askeri heykeli bulunuyor. Anıt alanının bahçesinde ise şehitlerin adlarının yazılı olduğu taşlar bulunuyor. Çoğunun da etrafına da canlı çiçek yerine plastik çiçekler yerleştirmişler.


Slavin’den şehre şöyle bir bakmayı ihmal etmeyin derim. Hatta sadece mimarisi için biraz uzakta bulunan Slovak Radyosu’nu da buradan keşfetmeniz yeterli olacaktır bence. Dünyanın en çirkin 30 yapısı listesine dahil edilmiş bina ters piramit şeklinde. Yapımına 1967 yılında başlanan yapı 1983’te tamamlanmış.

SLOVAK RADYOSU

Art Nouveau akımının en güzel örneklerinden birini Bratislava’da görebilirsiniz. 1909-1913 yılları arasında inşa edilen Mavi Kilise gelenleri yumuşak hatları ve bebek mavisi rengi ile mutlu ediyor diyebilirim. Avrupa seyahati yapan biri, artık o kilise, şu kilise derken “Of yine mi kilise!” diyebiliyor kendi kendine. Dış cephesindeki mozaikler ile de dikkat çeken Mavi Kilise’den, benim gibi pazar ayinine de denk gelirseniz oldukça keyifli ayrılacaksınız.

MAVİ KİLİSE

Bir şehirde hayran kalınası birçok bina, heykel vardır. Ama herkesin derdi en popülerini görüp fotoğraf çekilmektir. Slovakya'nın başkenti Bratislava'da bu şanslı heykel Čumil! Čumil, Slovakça'da "izleyici, bakan" anlamına geliyormuş. Viktor Hulík'in 1997 yılında yaptığı bu heykelin ne anlattığı konusunda ise iki farklı yorum var. Bir tanesi Komünizm döneminde yaptığı iş kontrol edilmeyen bir işçinin mutluluğunu yansıttığını, diğeri ise kadınların eteklerinin altına bakan röntgenci bir adamı anlattığı yönünde.

CUMIL

Bratislava’da doğrusu biraz aç dolaştım. Ne sokak lezzeti ne de kahvaltılık enteresan bir şey bulabildim. Su bulmak bile oldukça zor sokakta. Slovakya gastronomik yönden gerçekten zayıf. Doğru düzgün yemek yiyecek mekan bulmak zor, hele bir de Slovak yemeklerini arıyorsanız. Bratislava'da geleneksel yemekler için ikinci sıradaki mekan önerim Bratislavsky Meštiansky Pivovar. Burada öncelikli yemeğimiz ise meşhur Slovak çorbası Kapustnica. Adının kapuskaya benzemesinden de çıkarabileceğimiz gibi bu çorba lahana ile yapılıyor. Aslında bir Noël geleneği olan bu çorbaya evlerde balık, patates salatası ve Noël kurabiyesi eşlik ediyormuş. Sauerkraut yani lahana turşusu, sarımsak, kimyon, defne yaprağı, kurutulmuş mantar, soğan ve domuz sosisi bu çorbanın temel malzemesi. Servis ederken de üzerine ekşi krema ve Frenk soğanı. Hem tatlı hem ekşi biraz da acı mükemmel bir çorba. Bir de bozulmuş emaye kasede getirmeseler çok iyi olacaktı.

KAPUSTNICA

Slovakyalılar'ın en gurur duydukları yemek belki de Bryndzové Halušky. İtalyanlar'ın Gnocchi'ne benzer; patates bazlı hamur topçuğu "Halušky" ve koyun peyniri "Bryndza"dan oluşan bu yemek hemen hemen her restoranda var. Bu yemek genel olarak kavrulmuş yağlı domuz eti parçaları ile servis ediliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Slovak mantısı Bryndzové Pirohy yedikten sonra bu onun yanında bir hiç. Üzerindeki domuz eti parçaları olmadığı sürece püre kıvamında hamur yiyormuş gibi. Domuz eti ve yağı sayesinde biraz lezzet kazanıyor diyebilirim. Bratislavsky Meštiansky Pivovar’da mı iyi yapmadılar diye düşünsem de daha iyisinin olacağını pek sanmıyorum. Bu yemek mutlaka tadılmalı ama çok da bir beklentiye girmemeli bence.

BRYNDZOVE HALUSKY

Hiçbir ülke gezimi başkenti ile sınırlamak istemem. O yüzden Slovakya’nın en büyük ikinci şehri Košice’ye doğru bir yola çıktım. Detaylar Kösice yazımda!

BRATISLAVA!

bottom of page