top of page

KARS - ARDAHAN

Güncelleme tarihi: 17 Eki 2018

1. GÜN - Kars Şehir Merkezi

Trende Denizli’den bir ekiple tanışmıştık. Doğa yürüyüşü grubu (DOĞADEN) olan bu grup bir otobüs kiralayıp Kars, Iğdır, Erzurum yapacakmış. O yüzden biraz sıkışık bir programları vardı. Biz onlara ikinci gün Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü’ne gitmek üzere katılmaya karar verdik. Onlar ilk gün Sarıkamış + Kars Merkez yapacaklardı. Biz tüm gün Kars’ı gezdik, her şey ancak yetti. Bir yere gidiliyorsa sıkıştırmanın bir anlamı yok. Akılda gidilmeyen yer kalmamalı bence.

Kahvaltımızı maalesef ki otelde yaptık. Kars’ın kaşarı, balı, tereyağı meşhur fakat özel bir Kars kahvaltısı yapan yer araştırmalarımıza göre bulamadık. Mısır’dan tanıştığım Öykü birkaç yerde denemiş. Dediğine göre BİM’den aldıkları ürünleri gözlerinin önünde açıp güzel tabağa koyup servis etmişler. Kars’ın kaşarı meşhur diye tabii ki önünüze koyduğu kaşarın Kars kaşarı olduğuna emin olamazsınız. 30 TL’lik kaşarı mı koyar BİM’den aldığı dandik kaşarı mı? Zaten “Kaşar Gerçekleri” yazı ve videomda anlayacaksınız.

OTELDE AÇIK BÜFE KAHVALTI

Otelden çıkar çıkmaz günümüze peynir tadımı ile başladık. Kars’ta her yer peynirci. Kısaca özet geçmek gerekirse, mayıs ayında yeşil otların çıkması ile üretilen Kars Kaşarı'nı alırken mutlaka tatmalı. Bazı satıcılar 1 yıllıktan fazla kaşarın olduğunu iddia ediyor. Halbuki kaşarın raf ömrü 1 yıl. 10-20 günlük kaşar taze kaşar iken, 7-12 aylık kaşar eski kaşar olarak adlandırılıyor. 12 aydan sonra kaşar deformasyona uğruyor. Göbek kaşarı olarak satılan kaşarın taze kaşardan bir farkı yok, kalıptan taşan kısmın kesilmesi ile yapılıyor. Küflü Çeçil diye sattıkları peynir Kars’ta üretilmiyor. Aslında Erzurum’a has bir peynir. Çabuk küflenmesi için de çeşitli yöntemler de kullanıyorlar. Kaz yağı ise çok yerde satılmıyor ve bir kazı yağından ayırmanın ne kadar mantıklı olabileceği düşündürtüyor insanı. Çünkü bir kazın fiyatı 170 TL civarında. Bir üretici neden kazının yağını çıkarsın ki? Kaz etinde pişince güzelleştiren yağı. Neyse bu konuda detaylı bilgi için gerçekten “Kaşar Gerçekleri” yazım okunmalı.

KARS KAŞARI

Öncelikle Kars’ın Rus binalarının yoğunlukta olduğu şehir merkezine yöneldik. Kars Ruslar’ın imarından ötürü düzenli bir şehir. Biraz da o yüzden gezerken kafa karışıyor çünkü düzenli bir şekilde ızgara planlı imar edilmiş. Kars 1877-1917 yılları arasında Ruslar’ın egemenliği altında iken bazalt taşından genelde iki katlı binalar ile donatılmış. Bu binaların en güzel özelliği de ısıtma sistemi. “Peç” adı verilen bu sistem ile duvarların içindeki boşluklar sayesinde şöminenin yanması ile tüm bina ısıtılıyor. Şu an Rus döneminden 200’ün üstünde bina kalmış ve bu binaların her birinin yanından geçtikçe hepsine teker teker hayran kaldık. Bu kadar güzel binaların içinde yaşayan insanların daha sonra o hoş binaların yanına o kadar çirkin apartmanları yapmaları, yapabilmeleri bizi gerçekten şaşırttı.

Benim en hoşuma giden yapı koyu renkli taşları ile Kars Sanayi ve Ticaret Odası binası oldu.

KARS SANAYİ & TİCARET ODASI

Hemen yanında Atatürk heykeli olan bir park da bulunuyor. Parkın komik yani Kocaeli Belediyesi tarafından peyzaj çalışmalarının yapılmış olması. Parkta maksimum 10 ağaç vardır. Hemen çaprazda sarı rengi ile dikkat çeken Defterdarlık Binası bulunuyor. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Hükumet Konağı olarak kullanılan yapı 1983 yılındaki restorasyon işlemi sonucu defterdarlık binasına çevrilmiş. Bu binanın da çaprazında Vali Konağı bulunuyor. Tek katlı, yine sarı rengi ile dikkatimizi çeken bina aynı zamanda Kars Antlaşması’nın da imzalandığı yermiş. Bahçesine bakınca hem ne yanının uçurum olduğu ve güzel bir Kars manzarasına sahip olduğunu görünce hemen içeriye daldık. Ama güvenlik girişin olmadığını söyleyip aynı manzaranın hemen aşağıdaki ilk sağda da olduğunu söyledi. Mesut Yılmaz Parkı’nın hemen üzerinde bulunan bu tepeden donmuş halde olan Kars Çayı’nı karlarla kaplı şehrin bir kısmını gördük.

DEFTERDARLIK BİNASI

Sabahın köründe sokağa çıktığımız için pek insan görmüyorduk, o kadar turistin olduğunu da bilmemize rağmen pek turist de görememiştik. -14 derece ile başlayan gezimiz sonucu burun kıllarım buz tuttu, Elif’in de kirpikleri. Sıcak bir mola vermek üzere Konak Cafe’ye girdik. Burası Hanımeli Ev Yemekleri ile aynı hizada bulunan bir kafe. Burayı hiçbir bir blogda bulamazsınız. Biz Doğu Ekspresi treninde Erzincan’da durduğumuzda aldığımız keteden sonra kete bağımlısı olduk. Kete aslında hamurun arasında un olarak tanımlanabilir. Tereyağı ile kavrulan un yapım esnasında içine konuluyor. Erzincan’dan aldığımız biraz daha kat kat börek gibiydi. Kars’taki ise poğaçamsı idi, unlu poğaça:). Konak Kafe’de ise tatlı kete vardı. Tatlısını bulmak biraz zor, Kars’a gelip buraya gelmemek çok şey kaçırmak demek. Bir çay ve koca bir kete Kars’ta mutluluk kaynağı. Özellikle kenar kısımları daha tatlı ve kıtır…




KONAK PASTANESİ & KETE

Buradan çıkıp doğruca Kars Kalesi civarına yöneldik. Şehrin ortasından Kars Çayı geçmesine rağmen şehri çayın iki yakasına göre ayırmak mümkün değil. Çünkü gezilecek yerler çayın doğu yakasına konumlanmış durumda. Kalenin alt tarafına geldiğimizde öncelikle Ebu’l Hasan Harakani Türbesi’ne girdik. Soğuktan ayakkabılarını çıkarmak istemeyen Rojda ve Elif de türbeden çıkan adamın “Girin girin, buranın havası bile yeter.”demesi üzerine girdiler.


EBU'L HASAN HARAKANİ TÜRBESİ

Ebu’l Harakani Alpaslan Anadolu’yu fethetmeden önce bu topraklara girip Alperenlik ruhuna yaymaya başlamış biri imiş. Savaş sırasında şehit düşmesi üzerine Alpaslan onun adına külliye yaptırmış. Türbe onun adına iken hemen yanındaki caminin adı Evliya Camii. Camii ve türbenin hemen üstünde Kümbet Camii bulunuyor. Hıristiyanlık’ın 12 havarisini anma amacı ile Ermeniler tarafından inşa edilmiş olan kilise 1064 yılında bölge Müslüman egemenliğine geçince camiye çevrilmiş. Rus hakimiyetinde Ortodoks kilisesine dönüştürülmüş; ardından müzeye dönüştürülmüş olsa da günümüzde tekrar camii olarak kullanılıyor. İçi de çok hoş olan caminin içi o kadar soğuktu ki halıya basarken bile ayağımızı donduruyordu.

KÜMBET CAMİİ

Kümbet Camii’nin hemen sağ tarafından biraz ilerledik ve karşımıza Beylerbeyi Sarayı çıktı. Çatısı kalmamış olan sarayın sadece dış cephe duvarları durmakta.

BEYLERBEYİ SARAYI

Kars Kalesi’nin alt tarafını gezip kaleye tırmanışa geçtik. Yerler buzlu olduğu için dikkatli çıkmak gerekiyordu. Yerler o kadar donuktu ki çamurlu olduğu için tekerlek izi çıkmış bir alanda, izleri bozmadan yürüyebiliyorduk. Kalede bulunan bir hitabeye göre kale 1153 yılında Sultan İzzettin’in emri ile veziri Firuz Akay tarafından yaptırılmış. Birçok kez yıkılıp tekrar yapılan kalenin hemen girşinde Celal Baba Türbesi vardı. Celal Baba’nın efsanesi bize oldukça komik geldi. Kars Kalesi’nin muhafızı olan Celal Baba’nın kafası Ermeniler ile savaşırken bir kılıç darbesi sonucu yere düşmüş. Başını yerden alıp koltuk altına koyan Celal Baba’yı gören düşman kaçmaya başlamış. Düşmanın şehri terk edişinden sonra Celal Baba olduğu yerde düşüp şehit olmuş. Öldüğü yerin kale kapısının hemen girişinde olmasını ise halk, ölümünde bile kendisine emanet edilen yeri terk etmediği şeklinde yorumluyormuş.

Kalenin iç bölümünde çok da bir şey yoktu. Tam tepesine çıkan merdivenin sonunda ise kapalı bir kapı ile karşılaşmak biraz üzdü. Fakat şehre tepeden bakmak çok güzeldi. Kalenin arka tarafında Kars Çayı’nın yanında bulunan Kafkas Üniversitesi İktisat Fakültesi konumu ve binaları ile kıskandırıyordu.

KARS KALESİ MANZARASI

Kaleden inip hemen çayın üzerindeki Taş Köprü’ye yöneldik. Köprü III.Murat döneminde Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Düzgün kesilmiş bazalt taşları ile örülen köprü çok hoştu. Üzerinden geçerken Kars Çayı’nın soğuğu yüzümüze vuruyordu. Hemen köprünün ucunda Mazlumoğlu Hamamı’nı vardı fakat restorasyonda olduğu için tam göremedik. Çaya doğru ahşap bir balkonu olduğu için balkonlu hamam da deniliyormuş.

TAŞ KÖPRÜ

Taş Köprü’yü geçtikten sonra sağdan ilerleyince zengin tatilcilerin konakladığı şehrin en hoş otellerinden biri olan Katerina Sarayı’nı gördük. Aynı yoldan geri dönünce Namık Kemal Evi’nin önünden geçtik. Namık Kemal’in çocukluğunun bir dönemini geçirdiği bu ev şu an aşıklar evi olarak kullanılmaktaymış. Duyduğumuza göre akşamları aşık atışması etkinliği düzenleniyormuş.

Bu kadar gezince tabii karnımız acıktı. Hanımeli Ev Yemekleri Restoranı Kars yemeklerini tatmak için ilk noktamız oldu. Televizyona çokça çıkan, benim de Nursel’in Mutfağı’nda gördüğüm Dilek Adıgüzel’in işlettiği mekanın Kars yemeklerinden oluşan bir mönüsü var. Biz de ortaya Revan Köfte, Hangel, Piti ve Gafil Konak söyledik. Ben de ek olarak yanına bir Reyhanlı Şerbet. Şerbet beklediğimden güzeldi, reyhanın tadı çok baskın olmamasına rağmen içerken tatlı bir şekilde rayihasını veriyordu. Kocaman bir top şeklinde gelen Revan Köfte (20 TL) zırhla kıyma haline getirilmiş et ve içerisine konan erikten oluşuyordu. Köfteyi farklı kılan içindeki erikti bence. Hangel (15 TL) ise etsiz bir mantı çeşidi. Mantı da denemez aslında. Uzun kesilmiş hamurlar emaye bir tabakta yoğurtlu ile servis ediliyordu. Hangelin güzel yanı üzerindeki karamelize soğanlardı. Piti (30 TL)’nin servisi için Dilek Hanım kendisi geliyor. Önce çukur tabağa lavaşları eliyle bölüp koyuyor. Ardından toprak çömlekte pişmiş eti tifterek koyup üzerine etin suyunu döküyor. Bu suyun içinde nohut ve domates var ve lezzetindeki en önemli ayrıntı ise safran. Piti gerçekten Kars’ta yediğim en lezzetli yemek olabilir. Yemeğin ardından söylediğimiz Gafil Konak tatlısı (16 TL)ise aniden misafir geldiğinde yapılan bir tatlıymış. Krep gibi ince ve çıtır…Tatlıda 7 çeşit baharatın kullanıldığı söylenyor. Bu baharatları sormuştum ama araştırma yapmama rağmen de tam hatırlayamadım. Hatırladıklarım: Safran, kakule, zerdeçal, tarçın… Şimdi düşünüyorum da tadı şuruplu lokmaya benziyordu. Fiyatları dışında mekandan gayet menun kaldık. Bir de yan masadaki kalabalık grup ile çok ilgilenildi. Onlara Dilek Hanım birçok şey anlattı. Biraz da ilgisiz kaldık diyebilirim:).

PİTİ, REVAN KÖFTE, ERİŞTE

HANGEL

GAFİL KONAK

Karnımız doyduğuna göre gezmeye devam. Aklıma şehrin turizm müdürlüğüne gitmek geldi. Çeşitli bloglardan okuduğuma göre Ani Harabeleri’nde yeterli bilgi yokmuş, bilgi levhaları genel olarak zarar görmüş. En azından müdürlükten broşür alabilirdik. İl Halk Kütüphanesi’nin hemen yanında bulunan müdürlüğe gittik ve güvenlik görevlileri güzel kitapçıklar verdi.Yüzlerce turist geliyor, binaların ne olduğunu anlamadan geziyorlar resmen. Halbuki bu kitapçıklar gara, havalimanına konsa ne iyi olur.

Broşürlerimizi alıp yine tarihi bir binada olan İl Özel İdaresi’nin tam karşısında bulunan Fethiye Camii’ne gittik. Ki burası bence Kars Merkez’deki en en güzel yapı idi. 19.yy sonlarında Ruslar tarafından kilise olarak yapılan bina komik bir şekilde cumhuriyetin ilk yıllarında spor salonu olarak kullanılmış. İlk adı Alexander Nevski Katedrali olan bina 1985’te minarelerin yapılması ile cami olarak hizmete başlamış. Caminin hemen yan tarafında da Türk devletlerinin kurucularının büstlerinin bulunduğu bir alan bulunuyordu.

FETHİYE CAMİİ

Camide kılınan namazın son anına denk gelmiştim. Çıkıp binayı çekerken bir adam laf attı ve binanın asıl yıllar önceki halini görsem hayran kalacağımı söyledi. Şehirdeki Rus binalarının kalitesinden ve şimdiki binaların çirkinliği ve sağlam olmayışından bahsederken konuşma iyice ilerledi. Amcamız Mehmet Kına bizi çay içmeye davet etti. Değişik hikayeler, değişik hayatlar… 6 çocuğu varmış. 2 kez kalp krizi geçirmiş. Bir kez yanlış kan vermişler. 14 çocuk okutmuş. Bir çocuğunun Malatya’da temel lisesi varmış. Bir çocuğunu tıp okuması için uğraşmış. Ve daha neler neler… Bir şehre gittiğimde en sevdiğim şeylerden biridir yerel halk ile konuşmak, onların anlattıklarını dinlemek. Ve bu genelde şans eseri oluyor, beklenmedik bir anda denk geliyor.

MEHMET AMCA

Mehmet Amca’dan ayrılıp hızla Kars Müzesi’nin yolunu tuttuk. Yaklaşık yarım saatte müzeyi gezmemiz gerekiyordu çünkü saat 5’e yaklaşmıştı. Neyse ki müze oldukça küçüktü. İki katlı müzede ilk çağlardan günümüze kadar birçok eser sergilenmekte. Benim en çok hoşuma giden bölüm ise el halıları ilgili bölüm oldu. Halı dokumada kullanılan yün tarağı, kirmen gibi aletler ve güzel el halıları sergileniyordu.

Müzeyi de kapatıp otelimize doğru yola koyulduk. Dönüş yolunda dikkatimi çeken iki şey oldu. Biri havadaki kömür kokusuydu. Havadaki kömürden dolayı burnumu sildiğimde peçetede koyu kahverengi bir renk oluşuyordu. Diğeri ise buralardaki mezarların ağaçsız olmasıydı. Tren yolculuğu boyunca da görmüştüm ki mezarlar genelde bir tepe üzerinde yalnızca mezar taşlarından oluşuyordu. Bizim buralarda mezar orman demektir aslında.

Akşam yemeğimiz için Kars Kaz Evi’nden yer ayırmıştık. Kars’ın turistik restoranlarından mutlaka gündüz yer ayrılmalı. Çünkü oldukça turist oluyor, yer bulmak çok zor. Aynı zamanda sabahleyin Taş Köprü Kafe adında bir yerden Kars Pastası denen bir kurabiye almıştık. Portakallı kurabiyeye benzeyen bir kurabiye idi.

KARS PASTASI

Mekanın sahibi akşam aşık atışması olacağını söylemişti. Planımız önce biraz aşık atışması izleyip ardından kaz yemeye gitmekti. Ama gittiğimizde aşık atışması bir türlü başlayamadı ve bizim kaz işi yarına kaldı. İyi ki de kalmış. Çünkü Taş Köprü’de oldukça güzel bir vakit geçirdik.

TAŞ KÖPRÜ

Öncelikle tek başına türküler söyleyen Aşık Ayhan Şimşekoğlu, Aşık Sabri Yokuş’un gelmesi ile atışmaya başladı. Atışma çok eğlenceliydi. Özellikle leb değmez atışması çok farklı ve etkileyici idi. Leb değmezde dudak ünsüzleri yani “b,f,m,p ve v” harflerini kullanmadan bir şeyler söylemeleri gerekiyor. Bunu yapabildiklerini kanıtlamak için de dudaklarının arasına kürdan yerleştiriyorlar. Aşık adam nereli olduğumuzu sorduğunda İstanbullu olduğumuzu söylediğim için biraz sosyetik gibi algılansak da yeri geldiğinde halay çektiğimiz, yeri geldiğinde türkü söylediğimiz hoş bir gece idi. Mekanın yediğimiz kete ve kars pastası ile birlikte toplamda kişi başı 15 TL alması da hayli şaşırttı beni. Çok daha fazla bekliyordum. Aşıkların sazına bahşiş bırakmak da bir gelenek imiş. Tam sazın uç kısmında bulunan halkaya para katlanarak asılıyormuş.

AŞIK SABRİ YOKUŞ

Yazarken bile bir günde ne kadar çok şey yaptığımıza inanamadım. Atışma sonrası otele gidip oturacak mıydık? Tabii ki hayır! Bu sefer Kars’ın "cool" mekanlarına gitme vaktiydi. Milk Bar idi durağımız. Oldukça şık ve modern dizayn edilmiş mekanın konsepti adından anlaşılabileceği gibi süt. Sıcak ve soğuk süt çeşitlerinin yanı sıra kahve, çay ve tatlı çeşitleri de mevcuttu. Rojda ve Elif fındıklı ve beyaz çikolatalı süt söylediler. 6’şar liraydı ama hiç boşu boşuna şeker alasım gelmedi. Zaten İstanbul’da bu tarz kafeler oldukça sık karşımıza çıkıyor. Benim için yerellik daha önemli.

MİLK BAR

Koskoca bir günü doyasıya gezerek, yiyerek, gülerek tamamlamıştık. Kars merkeze hiçbir şekilde yarım gün yetmez; mutlaka tam gün ayrılmalıydı onu anladık.



2. GÜN Ani Harabeleri, Çıldır Gölü, Şeytan Kalesi

Kars’ta ikinci günümüz de gayet yoğun ve eğlenceli geçecekti. İyi ki trende Denizlili grupla denk gelmişiz. Kişi başı 50 TL ödeyerek onların gruplarına katıldık. Buluşma noktamız Kars Öğretmenevi idi. Otelde kahvaltımızı yapmamıza rağmen tabii ki değişik bir şey yemeden Kars’tan ayrılacak değiliz. Kars’ta dikkatimi çeken sokaklarda simitçinin olmayışı idi. Normalde gittiğim her şehrin sokak simidini tadardım. Ama burda bu mümkün olmadı. Simit göremeyince sokata Kürt böreği satan amcayı tabii ki gözden kaçırmadım. Camla kapla seyyar arabasında bizim İstanbul’da yediğimiz Kürt böreğinin yarı kalınlığında olan ve biraz daha fırın tadı almış isteğe göre pudra veya toz şekerin döküldüğü bir börekti. Fena değildi, ama Kars’a gitmişken tatmalı. Tam öğretmevinin karşısında, aslan ya da at heykelinin (tam hatırlayamıyorum) hemen yanında sabahları bulunuyor.

Saat 8’e doğru yola koyulduk. Kars merkezden Ani Harabeleri’ne gitmek yaklaşık 45 dakika sürdü. Bizden biri kullansa arabayı herhalde bu kadar hızlı kullanamaz. Buranın şoförleri yollara alışık diye o karlı buzlu yollarda normal bir yoldaymışçasına kullanıyor arabayı. Biz vardığımızda daha görevliler bile gelmemişti ki bu Müze Kart’ı olmayanlar için ücretsiz girmelerine yaradı. Harabeler büyük bir alana yayıldığı için gezmeye 3 saatimizi ayırdık. Surlarından giriş yaptıktan sonra kentin kocaman bir alana yayıldığı gördük.

ANİ SURLARI

Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri’nin batısında bulunan Ani Antik Kenti'nin tarihi MÖ 5000'e dayanmakta. İlk yerleşim örnekleri Bostanlar Deresi'nin etrafındaki volkanik oluşumlu mağaralarda görülüyormuş. Bu bölge girince en sağda kalan bölge. Zaten derenin aktığı alan vadi oluşturmuş, mağaralar uzaktan da olsa oldukça net gözüküyordu. İpek Yolu'nun Anadolu'ya ilk giriş yeri olan kent 78 hektarlık bir alana kurulmuş. Burayı gezerken mutlaka ama mutlaka Turizm Müdürlüğü’nden alınmış kitapçık olmalı yoksa hiç ama hiçbir şey anlaşılmaz. En çok hoşuma giden binalardan biraz bahsedeyim. Resimli kilise olarak da bilinen Tigran Honents Kilisesi bu yapıda Hz. İsa'nın doğumundan ölümüne yaşadıklarını ve Ermeniler'e Hristiyanlık'ı getiren Aziz Gregory'nin hayatını yansıtan fresklerin olduğu yamaca inşa edilmiş bir kilise.

TİGRAN HONENTS KİLİSESİ

Antik kente girildiği anda en dikkat çeken ki benim de en sevdiğim yapı Büyük Katedral. Sultan Alparslan'ın Ani'yi fethinden sonra ilk fetih namazını kıldığı yer olduğu için Fethiye Camii adını almış. Kırmızı renkli tüf taşından inşa edilmiş yapı Gotik mimariye öncelik ediyormuş.

BÜYÜK KATEDRAL

Ebû'l Menuçehr Camii ise Anadolu'daki ilk Türk Camii. Minaresi bir kuleyi andıran camii, uçuruma nazır bir şekilde inşa edilmiş. Bu yapıyı da görünce insanların yıllar yıllar önce bir uçurumun kenarına bu kadar sağlam yapılar yaparken bizim günümüzde çürük binaları hala yapıyor olmamızı insanın anlamıyor. Bu caminin büyük pencerelerinden Ermenistan sınrımıza en güzel şekilde bakılabilir.


EBU'L MENUÇEHR CAMİİ

Sınır çizgimizi oluşturan Arpaçay çok derin bir vadi oluşturmuş. Hatta Arpaçay’ın üzerinde İpek Yolu’nu Anadolu’ya bağlayan bir köprü var. Her ne kadar şu an yıkılmış olsa da eskiden iki katlı olan bu köprünün bir katını yayalar kullanırken bir katını hayvanlı kervanlar kullanıyormuş. Şehrin en tepelik kısmında bulunan İç Kale de birçok yapıyı bir arada bulunduruyormuş. Antik kentin en güzel seyredebileceği yer de burası. Tam buradan Ermenistan’a doğru bakarken ayrı ve uzak bir tepede bir bina dikkatimizi çekti. Meğerse Rahibeler Manastırı imiş. En ulaşılmaz ve en güzel yere yapılmış, vakit bol olsa kesin giderdim. Abughamrents Kilisesi ise kentin simgesi hâline gelmiş yapılardan. Kars şehir merkezindeki Kümbet Camii’yi andıran yapının anıt mezar olarak yapıldığı düşünülüyormuş. Kilisenin güney duvarındaki güneş saatini gözden kaçırmamak da gerekir.

ABUGHAMRENTS KİLİSESİ

3 saatte ancak gezilebilen bir kent için şu an ne yazsam boş bence. Buraya gelip hissederek gezilmeli. Gezerken insanımızın yapılara verdiği zarar rahatsız edici düzeyde. Sanki isimlerini oraya kazıyarak ellerine bir şey geçiyor.

ERMENİSTAN, ARPAÇAY VADİSİ, TÜRKİYE

Ermenistan’ın ucuna kadar gelip oraya geçişimizin bulunmaması beni ne kadar sinir etse de otobüsümüze atlayıp bu sefer rotamızı Çıldır Gölü’ne çevirdik. Çıldır aslında Ardahan’a bağlı bir ilçe ve göl. Fakat Kars buranın turistine sahip çıkmış konumda. Kars’tan her gün Ani ve Çıldır’a servisler kalkmakta. Bunlardan bir tanesi ücretsiz, hangisi bilmiyorum. Ama o servislere bağlı kalınırsa tek günde ikisi birden gezilebilecek iken iki güne yaymak gerekiyor. Instagramda @karstaxii adlı hesap ile iletişime geçerek öğrenciye uygun fiyatla bir günlük tur ayarlanabilir. Tabii grup kalabalıklaştıkça daha uygun fiyata gelecektir.

ÇILDIR GÖLÜ

Ani’den Çıldır’a 1,5 saatten fazla yol sürdü. Doğu Andolu Bölgesi’nin ikinci büyük gölü olan Çıldır’ın büyük bir kısmı buz içinde idi. Dediklerine göre bu sene bayağı sıcakmış. Her ne kadar gördüğümüz en yüksek sıcaklık -2 derece olsa da…

ÇILDIR GÖLÜ

Göle varır varmaz muhtemelen internet aracılığı ile bu kadar meşhur olan Atalay’ın Yeri’ne attık kendimizi. Burası Çıldır’dan çıkarılan Sarı Balık dedikleri balık ile meşhur. Kişi başı 45 TL’ye hiç de güzel olmayan bir balık yedik. Balıktan sadece 3 yağda yanmış parça bulunan bir porsiyonun yanında neyse ki salata, ezme, turşu ve ardından tahin helvası getirdiler. Ama ezmesi hariç hiçbir şeyi güzel değildi. Zaten balığı kızartmak bence balığa yapılan en kötü şey. Balığın tadı direkt yok oluyor, kızarmış un ve trans yağ yemiş oluyoruz. Geldik, yedik; yemesek de içimizde kalırdı ama…

SARI BALIK - ATALAY'IN YERİ

Çıldır Gölü de çok güzel tanıtılmış. Ama gelince o güzelliği yaşayamıyor insan. Özellikle televizyonda gördüğümüz o kızaklı atlara binmek için can atıyordum. Ardından kişi başı 20 TL ödeyerek iki dakika bile sürmeyen bir kızaklı at gezisi yaptık. Resmen ama resmen kazıklama idi. Hele internette Çıldır’da buz kırıp balık tutmayı özendiren bloggerlara kızıyorum. Lütfen reklam amaçlı yaptıklarının gelen turistlerin yapabileceğini sanmasınlar. Çünkü o balık tutma etkinliği 200 TL imiş. Tadı olmayan balığı tutmak için 200 TL verip üzerine yemek için de 45 TL vermek aşırı aşırı saçma. Çıldır benim için yalnızca buzun üzerinde hoş fotoğrafların çekilebileceği bir alandı diyebilirim. Ama gölün üzeri aşırı esiyordu , fotoğraf çekmek eli felç ediyordu diyebilirm.

ÇILDIR GÖLÜ'NDE FAYTON GEZİNTİSİ

Çıldır Gölü sonrası günün en maceralı ve eğlenceli kısmına geçiş yaptık: Ardahan Şeytan Kalesi’ne tırmanış. Çıldır’a çok yakın mesafede ama araçsız gidilemeyecek bir yerde bulunan kaleye ulaşmak için otobüsü kaleye 2 kilometre kala bırakmak zorunda kaldık. Dağın kenarında, sağımız uçurum, ayağımızın kaymaması umudu ile karlı yollarda yürüyüş… Uzun ve tehlikeli tırmanışımız sonucu kaleye vardık. Ekibimizden çok az kişi bunu yaptı. Biz en gençler olarak kaçırır mıyız tırmanmayı? Kalenin çok hoş bir efsanesi de var. Bu efsaneye göre bu kaleye benzer iki kale daha Gürcistan’da bulunmakta imiş. Bu bölgede yaşayan bir kralın kızı bir hastalığa yakalanmış ve hiçbir şekilde kurtarılamamış. Kral da kızını hazinesini ile birlikte bu üç kaleden birine gömülmesini istemiş. Gömme işi ile görevlendirdiği askerlere geri döndüklerinde mezarın yerini başkasının bilip bilmediğini sorup “Hayır” cevabını alınca, mezarın yerini bilen kimse kalmasın diye askerleri de öldürtmüş. Bu efsaneden dolayı da zamanında kale defineciler tarafından büyük hazine umudu ile ciddi tahribata uğramış.

ŞEYTAN KALESİ

Bugün de doğanın içinde dolu dolu bir gün geçirmiştik. Üstüne Kars’ta güzel bir yemek iyi gidecekti. Bugün mönümüzde kaz! Yaptığım araştırmalar sonucunda Kars’ta kaz eti yemenin en doğru adresi Kars Kaz Evi imiş. Akşamları yoğunluktan dolayı rezervasyon ile çalışan mekana girince çok lüks bir yere girmiş hissettik. Ama mönüyü elimize aldığımızda çoğu fiyatın bir önceki gün yemek yediğimiz Hanımeli Ev Yemekleri’nden çok daha ucuz olduğunu görünce şaşırdık. Bu mekanın işletmecisi bir kadın: Nuran Özyılmaz. Liseyi tamamlayınca 19 yaşında evlenen Nuran Hanım’ın şu an 4 kızı varmış. 13 yıl boyunca ev hanımlığı yapan Nuran Hanım, kızlarının kaderinin kendisininki gibi olmaması için tek varlığı olan bileziklerini satıp elde ettiği para ile dikim işine başlamış. Ardından işini büyüterek örgü evi açmış. Daha sonra örgüye olan ilginin azaldığını görünce Kars’taki yöresel yemek yapan mekan eksikliğini fark ederek 2008 yılında bir ilk olarak bu restoranı açmış. Hatta şöyle de demiş: “Kaz, bizim evlerde ve köylerde pişen bir yemekti, ticarete dönüştürülmemiş ve turizme kazandırılmamıştı. Bunu ilk yapan kadın olarak girişimci oldum.” Hatta 2010 yılında “Kaz Yetiştiriciliği ve Irkını Devam Ettirme Derneğini” kurmuş. Bu dernek sayesinde Birleşmiş Milletler tarafınfan kabul edilen proje ile 40 kadın kaz yetiştirici bilimsel dersler almış ve geleneksel bilgileri ile bilimsel bilgileri harmanlamaları sağlanmış. Bu kadar değerli işleri yapan biri olarak hala restoranının başında duruyor. Yemek yediğimiz sürece 3-4 kez masamıza uğradı. Memnuniyetimizi sordu, yemklerin yapılışı hakkında küçük bilgiler verdi. Gerçekten çok samimi idi. Yemeklere gelecek olursak, iki kelime ile “mükemmel ötesi” idiler. Evelik adındaki ot ve ısırgan otundan yaptıkları çorba (8 TL) ile başladık yemeğe. Tabi öncesinde gelen ezme ve turşuları yok saymamak gerekir. Çorba fena değildi, içinde pirinç olmasa daha güzel olurdu bence. Ardından kaz etimiz geldi. Biraz tuzlu ve oldukça yağlı idi. Çok ama çok lezzetli, keşke tavuk kadar yaygın olsa dedirtti resmen. Bütün kaz 280 TL, ama tadımlık dörtte bir porsiyon (70 TL) da yeterli. Kazın yanında beyaz bulgur da getiriliyor. Çok da özel olmayan Acem Kavurma (22 TL) ise üzümlü pilav ile servis edildi. Evde yapılan sulu et yemeğine benziyordu. Kötü değildi ama özel de değildi bence. Lapa haline getirilen bulgur tereyağı ve yoğurtla Haşıl (15 TL) olarak önümüze geldi. Bu da çok güzeldi fakat bir porsiyonu bir kişi yerse mideye oturacak cinsten. Zaten tereyağı olan bir şey çirkin olabilir mi ki? (Bunu her zaman söylüyorum.) Tatlı olarak da umaç helvası (8 TL) söyledik. Bu helva bir bakıma un helvası. Farkı ise en başta unun ovularak umaç denilen parçaların oluşturulup bunların yağda pişirilmesi. Yerken bu umaçlar çıtır çıtır ağza geliyor. Bence normal un helvasından çok çok daha güzeldi. Çok memnun bir şekilde ayrıldık buradan, tüm yemeklerin tadı damağımda kaldı.

EZME & TURŞU

KAZ, ACEM KAVURMA, ÜZÜMLÜ PİLAV, HAŞIL

UMAÇ HELVASI

Yemekleri sindirmek üzere biraz şehirde turladık. Kars’tan hediyelik magnet ve eşya almak üzere çeşitli mekanlar var ve bu mekanlar genelde kafe ve hediyelik eşyacı bir arada. Ama maalesef ki hiç göze hoş gelen bir magnet bulamadım, Türkiye’nin genelinde olduğu gibi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde kete aşermeye başladık. Kete gerçekten çok güzel bir şey ve Rojda’nın da dediği gibi içindeki un galiba bağımlılık maddesi.Tüm şehirde kete aramaya koyulduk tam umudumuzu kesmişken otelimizin tam karşısında bir çaycıda bulduk ketemizi. O saatte biraz gereksizdi gerçekten ama Kars’ta mutluluğun kaynağı kete… Şimdi hatırladım kete öncesi Antep Pide’de iki lahmacunu da götürdüm:).

GECE KETESİ


3. GÜN Sarıkamış, Ardahan

Üçüncü günümüz için yeniden erkenden kalkıp hızlı bir kahvaltı yapıp köy garajına Sarıkamış dolmuşlarına gittik. Sarıkamış dolmuşları her yarım saatte bir kalkıyormuş. Tam 10 TL , öğrenci ise 8 TL. Yol da yaklaşık 1 saat sürüyor. “Ha nenni” ezgileri ile başlayan yolculuğumuz kar yağışlı Sarıkamış’ta son buldu. Gezimizin daha hızlı gerçekleşmesi için bir taksi tuttuk. Önce Sarıkamış şehitliğine gittik. Aslında iki şehitlik bulunuyormuş. Ama şoför çok yazar diye bizi sadece küçük olana getirdi. 1914 yılında Sarıkamış’ta 60 bini donarak ölen 78 bin şehit için yapılmış anıtı gördükten sonra biraz daha tepede bulunan Katerina Av Köşkü’ne geçiş yaptık. Şanssızlığımıza o kadar çok kar vardı ki araba bir yerden sonra ilerleyemedi. Zorlu oldu ama tırmandık. Bir zamanlar askeriye tarafından gazino olarak kullanılan köşk şu anda terk edilmiş harap bir durumda. bu köşkün en önemli özelliği hiç çivi kullanılmadan tamamen ahşaptan yapılmış olması imiş. Kars merkezdeki binalarda olduğu gibi bunda da ısıtma amaçlı peç sistemi kullanılmış. Rus hakimiyeti döneminde II.Çar Nikola tarafından hasta oğlu Aleksi’nin rehabilitasyonu için yapılmış köşk. Aslında burada iki bina var. Biri av köşkü öbürü saray olarak geçiyor. Genel olarak av köşkünde misafirler konaklıyormuş.


KATERİNA AV KÖŞKÜ

Köşkü ziyaretten sonra taksiye atlayıp Sarıkamış Kayak Tesisi’ne gittik. Şoför yol boyunca askeriyenin elinde olan Rus yapımı lojmanları gösterdi. Gerçekten çok güzel taş binalardı.

Sarıkamış Kayak Tesisi, dünyada kristal kara sahip olan iki kayak merkezinden biriymiş. Maalesef ki amacımız kaymak olmadığı için hemen telesiyej için bilet kuyruğuna girdik. 2700 metreye çıkıyor telesiyej. En tepeye çıkmak için 2 farklı telesiyeje binmek gerekiyor. Bu sebeple toplamda 10 TL ödeyerek 2 bilet aldık.

SARIKAMIŞ KAYAK TESİSİ

En son yıllar önce Bozdağ’da yaşadığım donma hissini tekrar yaşayacağım için çok mutluydum. Telesiyej büyük çam ağaçlarının arasında gidiyordu, çok huzurlu ama soğuk bir ortamdı Gittikçe donduk, en son artık buz kestiğimizi hissediyorduk. Hemen bizi şehre 15 TL’ye indirecek taksiye atladık. Bu arada bizi gezdiren taksi yaklaşık 70 TL tutmuştu.

Şehre inince bir anda gözüme ilişen bir ev yemekçisine girdik. Burada hamuru patatesle yoğrulan bir gözleme yedik. Fena değildi. İşletmeci kadın Kosgeb desteği ile açmıştı dükkanı, tebrik ettim kadını.


PATATESLE YOĞRULAN GÖZLEME

Ardından taksicimizin önerisi ile Yusufeli Cağ Kebabçısı’na gittik. Cağın tanesi 5 TL idi! Bu kadar ucuz ve bu kadar güzel cağ kebap yememiştim. Keşke her yerde böyle ucuz olsa. Yakın zamanda Erzurum’a gidip cağ gurmeliği yapasım geldi.


YUSUFELİ CAĞ KEBAP

Artık Kars dolmuşuna gidiyorduk bir anda ölüm tehlikesi atlattık. Tam bir adım önde olmuş olsaydım kafam çok iri buz parçalarından oluşmuş olan bir sarkıt kütlesi düşecekti. Yine şanslıyım ki kurtuldum.

SARKITLAR

Kars’a dönüp otelden eşyalarımızı aldık. Ben de Ardahan dolmuşunu beklerken Taşkınlar’a gidip kargo ile eve peynir ve kaz yağı alıp yolladım. Ve biraz da buranın siyah çiğdeminden.

Ardahan ile Kars arası 1 saatten biraz fazla sürüyor. Ama dolmuş bence biraz pahalı: 20 TL. Zaten Ardahan son zamanlarda yaptığım en pahalı gezilerden biri oldu. Ardahan’da otelimize internetten rezervasyon yapmıştık. Fakat geçen Eskişehir’de yaşadığımız gibi Kars Arı Otel de aynı soyadı taşımadığımız sürece aynı odada kalamayacağımızı söyledi. Ben tabii ki isyan ettim. Aynı fiyattan yapmadıkları sürece kabul etmeyecektim. Sanki çok büyük bir hesaplama yapıyormuş gibi 10 TL indirim yapıyor, bu kadar yapabileceğini söylüyordu. En son Rojdalar kabul etti ama ona rağmen görevli bizi odalarımıza çıkardığında tek bir anahtar ve 3 yataklı bir oda ile karşılaştık. Gerçekten mantıksız ve uyuzluk üzerine idi hareketi. Bu otelde kişi başı 70 TL’ye kaldık. Otelimiz 3 yıldızlı idi.

ARI OTEL

Biraz dinlenip Türkiye’nin en minik 3. şehri Ardahan’da yemeğe çıktık. Önce Bingöl Lokantası ardından Öz Bingöl Lokantası. İlkinde kaşarlı pide ve karışık kebap yedik. Pide gerçekten hoştu. Kaşarı pide piştikten sonra koymuşlardı sanırım, bir değişikti. Kebap da vasattı. Ama Öz Bingöl’de öyle güzel bir nohut yedik ki hayatımda yediğim en güzel nohut olarak tanımlıyorum. Ayrıca lahmacunu da gayet güzel çıtır çıtır idi.

BİNGÖL LOKANTASI - KARIŞIK KEBAP & KAŞARLI PİDE

ÖZ BİNGÖL LOKANTASI - NOHUT

ÖZ BİNGÖL LOKANTASI

Ardahan’da o gece tek turistler bizdik herhalde. Nedense şehrin pastaneleri bize bir güzel gözüktü ve pasta yemeye karar verdik. Şölen Pastanesi’ne girip koca bir pastayı (30 TL) aldık. Rojda’nın 20 gün sonraki doğum gününü kutladık. Çok kötüydü pasta aslında napalım yaptık bir hata…

ROJDA'NIN DOĞUM GÜNÜ

Tabii ben de bu sıralarda Instagram hesabımda nca.santé’de Kaşar peyniri ile ilgili paylaştığım bir yazıdan ötürü Kars Özkar Peynircilik ile yazışıyorum. Cem Bey’e göre bilgilerimde, duyduklarımda birçok yanlışlık vardı. Bugün 2 yıllık diye kaşar almıştım. Dediğine göre öyle bir şey yokmuş. Beni bir anda yarın bilgilendirmek, depoları göstermek üzere davet etti. Apartlarından birini de bana verecekti. Normalde öbür gün Ardahan’dan Gürcistan otobüsüne binme planı yapmıştım ki bir anda her şey değişti. O kadar gelmişken tabii ki peynirci ile görüşmeyi tercih ederdim. Zaten Peynir Müzesi’ne Boğatepe Köyü’nde olduğu için gidememiştik.

ROJDA, ELİF, RESEPSİYONİST, NCA

Otele geldiğimizde sabahki gıcık resepsiyonistten eser yoktu. Onun yerine çok arkadaş canlısı biri vardı. Bizle güzel bir sohbete girişti, beraber çay içtik hatta aldığımız pastanın yarısını da ona verdik. Çok sevindi. İki bölüm bitirmiş ama ailesinin yanında olmak istediği için şu an otelde çalışıyormuş. Geleceği konusunda kararsızlardandı o da. Ama fikirleri, düşünce yapısı hoşumuza gitti. Yine şans eseri şehrin yereli ile iletişim kurma fırsatı yakalamış olduk bu sayede.


4. GÜN Ardahan, Peynir


Sabahın erken saatlerinde kalkıp , otelimizin 3 yıldızını hak eder kahvaltısını ettik. Ve dosdoğru Ardahan Kalesi’nin yolunu tuttuk. Ardahan’dan Kura Nehri geçiyor. Kura Nehri Ardahan’da doğuyor, Gürcistan’a geçiyor, ardından Aras Nehri ile birleşip Hazar Denizi’ne dökülüyor. Kaleye geçmek için önce nehirden geçmek gerekiyor. Nehirde iki köprü bulunuyor. Biri Ruslar tarafından yapılmış az da olsa estetik gözüken Çelik Köprü; diğeri ise Kara Yolları tarafından Çelik Köprü’nün dibine yaptıkları dümdüz, şu an araçların kullandığı köprü.

BİR KÖPEK TAKILDI

Kaleye giderken bir anda Rojda’ya bir köpek takıldı ve bir türlü bizi bırakmadı. Onun yüzünden sürekli köpek kavgaları içinde kaldık. Kars ve Ardahan’da sokaklarda çok fazla köpek bulunuyordu. Kalenin kapısına geldik. Kapıda bir köpek vardı, bizimkini gördükçe kavga başlıyordu. Biz de kenardaki kayalıklardaki merdivenlerden tepeye çıktık. Kayalıklar öyle bir buz sarkıtı oluşturmuşlardı ki...

BUZ SARKITLARI

Tepeden karla kaplı minik şehir çok net gözüküyordu. İlk ne zaman inşa edildiği bilinmeyen kalenin Selçuklular tarafından yapıldığı düşünülüyormuş, köpek yüzünden giremediğimiz kapısında da şu yazıyordu: "Arap, Rum ve Acem ülkelerinin deniz ve karalarının sahibi padişahlar padişahı Selim Han'ın oğlu Sultan Süleyman-ı Azam namına yapılmıştır. Mülkü kıyamete kadar baki kalsın." Yapıldığı tarih: Şevval 963 (Miladi 1344).

ARDAHAN KALESİ

KALEDEN ARDAHAN

Ardahan’dan hediyelik ne alınabilir diye sorduğumuzda resepsiyonist arkadaşımız bize Damal bebekleri önerdi. Bir bijuteriye girdiğimizde Damal ilçesinde üretilen bu bebeklerin fiyatlarını duyunca şok olduk. Çünkü bebeğin kendisi dandik bir plastik bebekti, bu bebeklere el yapımı kıyafetler giydirilmişti. Fiyatları 45-100 TL arası değişiyordu. Gerçekten de verilen paraya değmezdi.

DAMAL BEBEKLER

Kömür kokulu sokaklarında gereğinden fazla zamanımızı geçirip Kars’a dönüş yoluna geçtik. Peynir gerçekleri bizi bekliyordu. Benimse aklımın bir yanında Gürcistan planları. Tiflis’e her gün Kars’tan sabah 9’da otobüs kalkıyor.(05454118090-Kars Vip Turizm) Bu otobüs saat 10’da da Ardahan’dan yolcu alıyor. Gürcistan’da ilk olarak en yakın şehir Ahıska’da inilebiliyor. Ahıska- Ardahan bileti 40 TL imiş. Tiflis bileti muhtemelen daha pahalıdır, onu hiç sormadım.

GÜRCİSTAN'A GEÇECEKLERE

Kars’a gelir gelmez peynirci Cem Bey ile görüştük. Bize kendi depolarında peynir gerçeklerini, ticaret için yapılan sahtekarlıkları anlattı. Gerçek peyniri, balı sayesinde öğrendik. Detayları Kaşar Gerçekleri yazımda okuyabilirsiniz.

Peynir gerçeklerini de öğrenince artık yerel halkın en çok önerdiği yerlerden birinde yemenin vakti gelmişti: Tadım Döner. Ben 10 TL’ye içi bu kadar et dolu dürüm uzun zamandır yememiştim. Et gerçekten kailteli ve çok lezzetli idi.

TADIM DÖNER

Kars’ta son alışverişlerimizi yaptık, biraz köme (tatlı sucuk), biraz da kızılcık eşkisi. Rojdalar’ı oteline yerleştirdim ve onlardan ayrıldım ben de kendi apartıma yerleştim.

KIZILCIK EŞKİLERİ

KÖME

O anda Gürcistan yolculuğum konusunda bir isteksizlik geldi ve son anda kararımı değiştirdim. 1 hafta sonrası için Hopa-İstanbul biletimi hemen Kars-İstanbul’a çevirdim. Şu an çok kolay karar vermiş gibi yazdım ama gerçekten zor bir karardı. Nedense o ruhu ve enerjiyi kendimde bulamadım ve geri dönem kararı aldım.

APART

Kars’taki son yemeğimi de Çeşni Ev Yemekleri’nde yedim. Bir türlü içemediğim Kesme Aşı Çorbası’ndan içtim. 4 TL’ye yarım porsiyon olarak aldığım çorba gayet tam porsiyon gibiydi. Yassı spagetti gibi hamuru olan aynı zamanda mercimek de içeren şehriye çorbası gibiydi. Bir de çay ile birlikte tereyağlı su böreği yedim. Bu Kars’a özel mi bilmiyorum ama birkaç yerde görünce yiyesim geldi. Ve tereyağı böreği bir tık yukarı taşımıştı.

KESME AŞI ÇORBASI

SU BÖREĞİ

Doğru kararı verip veremediğime emin olamamıştım Gürcistan konusunda. Ama Kars-Ardahan maceram gerçekten doyurucu bir gezi oldu. Elif ve Rojda ile gerçekten uyumlu ve eğlenceli bir maceraydı. Her ne kadar bir daha bu kadar uzun bir tren yolculuğu yapar mıyım diye düşündürtse de sanırım seneye Van Gölü Ekspres’teyiz! Tabii öncesinde nerelere, ne yemekler…

KARS HARAKANİ HAVALİMANI


bottom of page