top of page

KEITH HARING SERGİSİ'NDEN SOKAK SANATINA



Ocak ayında Belçika’ya gerçekleştirdiğim seyahatin en güzel yanı Brüksel’de yer alan kültür ve sanat merkezi BOZAR'da gerçekleşen Keith Haring sergisiydi diyebilirim. 1958 yılında doğup 31 yaşında AIDS sebebiyle hayata veda eden Keith Haring, 80'li yılların New York'unun önemli isimlerinden biriydi. Soyut dışavurumculuk, Pop Art ve Japon kaligrafisini sokak sanatı ile birleştirerek sanatı halk ile buluşturdu. Kolajları ve video işleri de bulunsa da biz onu genel olarak basit renkler ve çizgiler ile yaptığı kendine has çizimleri ile hatırlıyoruz. AIDS'e, ayrımcılığa, ırkçılığa ve emperyalist dünyaya karşı ürettikleri günümüzde hâlâ önemini koruyor.


6 Aralık 2019 - 15 Nisan 2020 tarihleri arasında açık olması planlanan sergi tüm dünyayı evlerine kapatan virüsten dolayı erkenden kapılarını kapamak zorunda kaldı. Bir gün her şey düzeldiğinde yeniden açarlarsa Brüksel’e gitmeniz için güzel bir sebep onu da söyleyebilirim. İstanbul Uniq Expo’da da geçtiğimiz aylarda gerçekleşen Andy Warhol sergisinde Haring’in birkaç eseri bulunuyordu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse Keith Haring’in Brüksel’deki bu retrospektifi seyahat bahanesi olacak kadar başarılıydı. Keith Haring’in kısa süren hayatını incelediğinizde resimden devlet politikalarına, sağlıktan performans sanatına kadar her konuda düşüncelere dalıyorsunuz.



Benim de şu an sanat ve tasarım öğrencisi olmamda özellikle duvar resimleri ile etkisi olan bir isim Keith Haring. Gittiğim şehrin sokak sanatçılarının boya aldığı dükkandan bütçeme göre birkaç boya alıp akciğer filminden hazırladığım stencil ile şehrin duvarlarına tag’imi bırakmak seyahatlerimin “Yapmadan dönme!” listesinin başına yerleşti. Havanın kararıp ortamın sakinleşmesini beklemek ve işe koyulmak; belki hiçbir zaman yeniden gidemeyeceğim bir ülkede ya da şehirde iz bırakmak… Berlin Duvarı, Lizbon’un yokuşlu sokakları, Ermenistan’ın mor tüften yapılmış binalarına spreyimi sıkarken şehirlere ve insanlarına daha farklı gözle bakmaya başladım. Her ne kadar kafamızın bir kenarına “vandalizm” olarak işlenmişse de sokak sanatı halkın bir parçası; müzelere, galerilere gitmeyen halkın da sanatla buluşmasının bir yolu. Kendime sokak sanatçısı diyemem ama elimden geldiğince kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Yaşamadığın bir şehirde bulunduğun kısa sürede bir eser ortaya çıkarmak bence o kadar da kolay değil. Şehri o kadar iyi tanımıyorsunuz, insanların nasıl tepki vereceğini bilemezsiniz o yüzden hızlı ve kolayca stencil ile tag bırakmak, bunu da olabildiğince çok yapıp dikkat çekmek en iyisi bence. Hele geçtiğimiz yıl hızlıca değişen Dolar ve Euro kurlarıyla bir sprey boyanın fiyatının 30 TL’yi de aştığını görünce sokak sanatı benim gibi kendini yeni geliştirenler için oldukça masraflı bir hale geldi. Usta sanatçılar bile sokak sanatının halk sanatı olmaktan uzaklaşıp elit sanatı olmaya yöneldiğini söylemeye başladı.



Derine inersek duvar sanatı aslında tarihin başlangıcını da simgeleyen mağara resimlerinden bu yana varolan bir olgu. Bugün algıladığımız şekline ise 1960 ve 1970’lerdeki Amerikan Hip Hop kültürünün gelişmesiyle ulaşıyor. Kendisini tanıtmak isteyen hiphopçıların sprey boyalar ile attıkları imzalar bir yarışa dönüşüyor. En güzelini ve özgününü yapma hedefi oluşuyor. İlk başlarda “tag” adı verilen takma adların duvarlara özensizce yazılmasıyla başlayan sokak sanatı çalışmaları, tagları güzelleştirmek ve boyutunu artırmak amacıyla sprey boyaların kullanılmasıyla çok farklı stillere ulaşıyor ve sokaklar renklenmeye başlıyor. Sonuç olarak sokak sanatı Yunanca yazmak anlamına gelen “graphein”den türeyen; özellikle Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu’nda politik anlamı da olan“Graffiti” üzerine yoğunlaşmış oluyor. Antik Yunan’da bugünkü Efes antik kalıntılarında bulunan ilk graffiti olan “fahişelik ilanı”, bize en başından beri sokak sanatına başvuranların genel olarak düşük ücretle çalışan insanlar, öğrenciler ve alt sınıfta bulunan bireylerin olduğunu da gösteriyor. Bunun sebebi bu kesimin para kazanmak, bulunduğu kötü durumu ifade etme ve görünür olma ihtiyacı olabilir. Yani graffti mevcut düzene karşı düşüncelerin belirtilmesi için halk ve yetkili sınıfın aynı anda bilgilendirilebileceği bir araç olarak da tanımlanabilir.

Keith Haring’in de sokak sanatı ile tanışması aslında tam olarak bu Amerikan Hip Hop kültürünün popüler olduğu zamanlara denk geliyor. New York’a taşındığında şehirdeki sokakların resmen bir açık hava galerisi gibi olduğunu fark ediyor. Çünkü graffiti her yerde! Onu daha çok Çinli ve Japon kaligrafların yaptıkları, soyut, çizgisel çalışmalar etkiliyor. 1978 yılında ilk sokak işlerini yapmaya başlıyor. Soyut çizgisel resimlerini, gazete başlıkları ile birleştirerek toplu alanlara yerleştiriyor. Ama bu tarz çalışmak onu pek sarmıyor ve hepimizin de aşina olduğu serbest hareketlerle oluşturduğu çizgisel işlerini ön plana çıkarıyor. New York metro istasyonunu stüdyo gibi kullanıyor. Eski reklam afişlerinin üstüne siyah kartonları asıp tebeşirle çizimler yapıyor. Oldukça hızlı ve günde bazen 40’tan fazlaya varan çalışmaları bir nevi performans sanatına da dönüşüyor. Sokak sanatının “hızlıca üretip yok olma” felsefesinden uzaklaşmıyor.



Metrodaki çizimlerini yanı sıra kamusal alanda gerçekleştirdiği duvar resimleri sanat yaşamının da önemli bir parçası haline geliyor. “Performans resmi” olarak tanımladığı duvar resmi tarzı ile topluluk önünde sanatı ön plana çıkarıyor. Her ne kadar o da duvar resimlerine illegal olarak başlasa da ünü de artıkça tıpkı günümüzde olduğu gibi sipariş üzerine çeşitli yapıları boyamaya başlıyor. Ve projelerini de genel olarak bir farkındalık projesi havasında, toplumsal sorunlar adına gerçekleştiriyor.


Geniş açıdan baktığımızda okul sıralarından, tuvalet duvarlarına, metrolardan yönetim binalarına kadar her yerde görebileceğimiz çalışmalar, çıkartmalar, heykeller, duvar resimleri ve performans sanatı hep birlikte sokak sanatı kavramını oluşturuyor. Tartışmalı olarak birçok ülkede sokakları boyamak ya da kurulu düzene herhangi bir şekilde müdahale etmek yasak. Bu sebeple sokak sanatı eski kültür ve anıtları yakıp yıkma düşünce ve davranışı olarak tanımlanan vandalizm ile eşdeğer tutulmakta. Halbuki başta da söylediğim gibi sokak sanatı müzelere ve galerilere sıkışıp kalan sanatın halkla buluşmasının, toplumun yaşadığı duyguları, düşünceleri ve tepkileri dile getirmesinin en kolay yolu bence. Keith Haring de bu konuda şöyle diyor: “Halkın sanat hakkı vardır… Sanat herkes içindir.” Her ne kadar her sokak sanatı örneği sosyal mesaj vermese de her sanat eserinin sahibinin izlerini ve düşüncelerini taşıdığını söylemeden edemeyiz. Böylece her şekilde halk sanat hakkında düşünmeye fırsat bulmuş oluyor ve her şekilde halktan birininin bir düşüncesi yine halkla buluşuyor. Bu yolla da insanlar sanata değil, sanat insanın ayağına gitmiş oluyor.



Keith Haring’in sanat hayatına baktığımızda da halkın sanat hakkını da gözettiğini, sanatında genel olarak küresel politik problemleri odağına aldığını görüyoruz. 1980’li yıllarda ABD ve Sovyet Rusya arasında başlayan nükleer savaş gerilimine karşı oluşturulan Anti-nükleer Hareketi’nin ön saflarında ürettiği posterler ile yer alan Haring’in asıl dikkat çeken çalışmaları yaşadığı muhidi değiştirmesi ile ortaya çıkıyor. East Village’a yerleşmesiyle dışavurumcu ve provokatif erotik resimler üretiyor. Tutucu bir yerde doğup büyümesine rağmen buradaki yeni hayatında eşcinsel yaşantısını özgürce yaşamaya başlıyor. Sonucunda da çalışmalarında cinselliği ön plana çıkarıyor. Bu cinselliğe odaklanmanın bir sebebinin de onu 2 yılda hayattan alan AIDS hastalığı olduğunu söylemeden geçemeyiz.


ABD’de HIV/AIDS bir salgın haline gelmeye başlıyor ve on binlerce kişinin ölümüne sebep oluyor. Haliyle bu konuda birçok aktivist grup da ortaya çıkıyor. HIV/AIDS konusunda medikal araştırmaları bütçe ayrılmaması ve eşcinsel toplulukta gittikçe yaygınlaşan bu virüs ve yol açtığı hastalığın göz ardı edilmesi önemli bir mesele haline geliyor. Haring de HIV virüsünün kurbanı olarak 1990 yılında hayatını kaybediyor. O bu hastalığı pahalı bir hastalık olarak tanımlıyor. Çünkü devletin önemsemediği bu hastalık için doğru tedavi büyük miktarlar bütçe gerektiriyor. Haring de bu sebeple sanat çalışmalarının büyük kısmını kendisi gibi HIV/AIDS mağduru insanlar için yardım toplamak üzere gerçekleştiriyor, Keith Haring Foundation’ı kurarak yardımlar topluyor. Öte yandan HIV/AIDS salgınının büyümesi Amerika’da bir homofobiye de yol açmaya başlıyor. Haring’in de birçok çalışmasında belirttiği gibi “Cahillik korkuya, sessizlik de ölüme eşit” idi. Bu sebeple AIDS’e karşı örgütlenmek ondan kurtulmanın en kolay yoluydu. 2 yıl kadar bir sürede hayattan alsa da Haring, bu hastalıkla mücadelenin aynı zamanda homofobiye karşı savaşın da sembolü haline geldi. Dolaysız ve mizah duygusu olan çalışmaları ile özellikle genç nesle hitap edebiliyor, onları bilinçlendirebiliyordu. Homofobiye olduğu kadar Amerika başta olmak üzere tüm dünyada yapılan ırkçılığa da karşıydı. Bu konuda şöyle diyordu: “Beyaz adamların tüm genişleme, sömürge ve egemenlik kurma hikayeleri gücün kötüye kullanıldığı korkunç detaylar ile dolu. Farklı olmaktan mutluyum. Eşcinsel olmakla gurur duyuyorum. Her renkten arkadaşım ve dostumun olması da beni gururlandırıyor. Ancak atalarımdan utanıyorum, onları sevmiyorum.”



Metrolar, gece kulüpleri, billboardlar, duvarlar, otomobiller derken Haring, çalışma alanını vücuda da taşıyor. Şarkıcı model Grace Jones ile birlikte yaptıkları vücut resimleri, Madonna’ya tasarladığı kıyafetler onu karşıt kültürün bir parçası iken popüler kültürün de en önemli isimlerinden biri haline getiriyor. Cinsiyetsiz figürleri, havlayan köpekleri,Uzak Doğu’da kullanılan mürekkep ve fırçalarla yaptığı çizimleri ile günümüzde dahil olmak üzere birçok eşya ve aksesuar ile hayatımızda kalmaya devam ediyor. İnsan varlığının saf, temiz ve pozitif yanını temsil ettiği düşünülen “emekleyen bebek” figürü de bence onun o mücadelelerle dolu kısa yaşamını temsil ediyor. Hayatının sonuna kadar üretmekten vazgeçmiyor. Onun mücadelesi HIV virüsü ile oluyor, şu günlerde de bizim, tüm dünyanın mücadelesi Covid-19 ile. İnsanlığın evlerine kapandığı bu dönemi en güzel atlatmanın yolu bence üretmeye devam etmek. Üretelim, tıpkı Haring’in yaptığı gibi basit bir çizgi ve bir renk kullanımı bunun için yeter ve artar bile. Hayatları renkli kılalım elbet bir gün sokaklar yeniden bizim olacak yeniden sanatla dolacak!


bottom of page