Belçika’da en çok nereye beğendiğimi sorarsanız cevabım Liège olur. Tabii ki Brüksel’de görülecek çok şey var, sonuçta başkent. Ama Liège, turistlerin popüler noktası Gent, Brugge ve Anvers kadar güzel. İlgi eksikliğine internetteki gezi rehberi eksikliği de buna yol açıyor olabilir. Gelin bu yazıyla birlikte Belçika seyahatinize siz de Liège’i ekleyin!
Belçika, Brüksel yazımda da bahsettiğim gibi 3 bölgeden oluşuyor. Flaman Bölgesi, ülkenin kuzeyini oluşturuyor ve burada Hollanda’da da konuşulan Flemenkçe hakim. Ülkenin güney kısmı ise Valon Bölgesi, Fransızca hakim. Brüksel ise ülkenin ortasında, aslında Flaman Bölgesi ile çevrili ama 2 dil de hakim burada. Hatta Fransızca daha yaygın diyebilirim. Ülkenin doğusunda Almanya’ya komşu kısımlarda Almanca da hakim. Kuzeyini gezerken neredeyse hiç karşılaşmayacağınız Fransızca, Liège’de her yerde! Fransız kanım mı çekti bilmiyorum ama sanki herkes burada çok daha samimi ve içtendi. En alakasız, yol kenarındaki otoparkta etrafa bakarken bile “Bonjour!” diyerek selam veren oldu. Bir tam gün bile geçiremediğim için biraz da içimde kaldı doğrusu.
Tüm ülkede olduğu gibi Liège’e en kolay ulaşım tren ile. Flixbus ile de şansınızı deneyebilirsiniz ama çok sık kalkan tren ile 1 saatte varmak varken otobüse kafa yormaya gerek yok. Şehre trenle gelenlere bir de görsel bir ödül var diyebiliriz. Tren garının muhteşem mimarisi ile büyüleniyorsunuz. Liège-Guillemins Garı, ünlü İspanyol mimar Santiago Calatrava Valls'ın bir eseri. Demiryolu hattına 1838 yılından beri sahip olan şehrin ağları biraz daha genişletileceği için yepyeni bir tren garı yapma ihtiyacı doğmuş ve 1996 yılında bir yarışma düzenlenmiş. Zürih, Lyon ve Lizbon garlarının da mimari Calatrava yarışmanın galibi olmuş. İnşaatı 2009 yılına kadar süren yapı geniş kemerleri ve güneş ışığından doğal olarak yararlanabilen devasa cam tavanı ile dikkat çekiyor.
Tren garından şehir merkezine yürümek hızınıza göre 30-45 dakika civarında değişiyor. Birçok Avrupa şehri gibi Liège’in de ortasından nehir geçiyor. Hollanda’nın Maastricht şehrine de adını veren Maas Nehri, Liège’i ikiye ayırmakla kalmayıp, ortasında büyük de bir ada oluşturuyor. Bu adanın tren garına yakın konumda bulunan kısmında, geldiğiniz saate göre ilk durağınızı yapabileceğiniz Güzel Sanatlar Müzesi bulunuyor.
Adanın asıl çarşı kısmı ise Outremeuse denen bölge. Rue Puits-en-Sock adlı cadde üzerinde birbirinden lezzetli mekanlarda kahvaltınızı bir yerel gibi yapabilirsiniz. Kendi kendime rastgele keşfettiğim Maison Massin ise gelenlerin mutlaka uğraması gereken bir mekan. Vitrinindeki çeşit çeşit Gaufre (Waffle) ile dikkati çeken fırının en güzel yanı kadının orada o anda sıcak sıcak yaptığı krep ve gaufrelar diyebilirim. Tıpkı bir evde yapar gibi tavada yaptığı krepler ve sıcak sıcak yediğim gaufre bir harikaydı. Ve öyle üzerine çikolataymış, kremaymış değil, sadece toz şeker ve tarçınla yeniliyor burada, gerçekten de tam ev usulü. Ve burada Liege'e özgü krep olan Bouquette'ten tadabilirsiniz. Bu krebin özelliği karabuğday unu ile yapılan hamurun kuru üzümle birlikte pişmesi. Ve adının kökeni de oldukça ilginç. Fransızca Bouquette, bizdeki gibi demet anlamına gelse de Felemenkçe karabuğday anlamına gelen Boûkète'ten evrilmiş. İgilizce'de de "buckwheat" diyorlar zaten. Tadına dönersek, doğrusu sade krebi tercih ederim. Tabii karabuğday unu ile yapılması yine de bir adım öne taşıyor.
Cadde üzerindeki öbür mekan önerim ise Delecta adlı fırın. Doğrusu Maison Massin sonrası her şey biraz daha yapaymış gibi gözükse de burada da birbirinden güzel tartları bulabilirsiniz. Tart au riz (pirinçli, bir nevi sütlaçlı), tart au flan (krem karamelli) gibi aklımda kalan çeşitlere rağmen satıcı kızın da tavsiyesi ile tercihim Macaron adlı tart oldu. Evet, bu da bildiğimiz makarona benzer bir tart. Kalınca tart hamuru, badem ezmeli, kremalı, şekerli iç kısmı ile koskocama bir macaron gibi. Biraz fazla tatlı, tabii öncesinde yediklerimi de hesaba katalım. :)
Outremeuse bölgesinden ayrılmadan uğrayabileceğiniz bir diğer nokta ise Tchantchès Müzesi. Tchantchès, Liège’e özgü bir kukla karakteri. Hatta şehirde birçok kukla tiyatrosu da bulunuyor. Zamanınız varsa farklı bir aktivite yaratabilirsiniz. Bir günden az bir vaktim olduğu için nehrin karşı tarafına asıl tarihi merkeze geçtim.
Tarihi gezi rotasının başlangıcı Saint-Barthélemy Kilisesi. 11. yüzyılda kurulan kilise, Belçika’nın 7 harikasından biri sayılan vaftiz teknesi ile meşhur. Almanya, Belçika ve Hollanda kesişiminde bulunan Meuse bölgesinin Roman sanatıyla benzer özellikleri taşıyan Mosan Sanatı’nın başyapıtı olarak görülen bu tekne ayak olarak tasarlanmış öküz kafaları ile dikkati çekiyor. Üzerindeki dini detayları görevliden rica ederseniz mutlaka anlatacaktır.
Liège'de yapılabilecek en heyecanlı aktivite tam 374 basamaktan oluşan Montagne de Beuren adlı merdivenleri çıkmak. Adı Liège'i Bourgogne Dükü'ne karşı koruyan Beuren'den gelen merdivenleri 1875-1880 yılları arasında yapılmış. "O tepeye çıksam ne olacak ki?" diye düşündürtse de şehrin en güzel manzarası burada diyebilirim. Merdivenleri çıkarken basamaklara çeşitli dillerde "Ağlamadan ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz!" gibi motivasyon cümleleri ile size yardımcı olsalar da tepeye vardığınızda soluk soluğa kalmamanız mümkün değil bence. Tabi herkes benim gibi elinde bir valiz, sırtında dolu bir sırt çantası ve öbür gün hasta olacağı belli olan bir boğaz acısı ile merdivenleri çıkmıyor olabilir. Liège'e gelince mutlaka uğrayacağınız bu merdivenlerin çiçeklerle süslendiği döneme de denk gelirseniz şanslısınız demektir.
Çarşıya doğru ilerlerken ben gittiğimde tadilatta olan Valon Hayatı Müzesi’ne mutlaka uğramalısınız. Eğer ki yine kapalıysa orada harcayacağınız zamanı hemen alt tarafında bulunan "Une Gaufrette Saperlipopette” adlı fırında tatlı tatlı harcayın derim. Buranın en güzel yanı samimi çalışanı ve sıcacık diğer lezzetleriydi. Kapıda birikmiş kalabalığa bir anda güler yüzlü görevli bir tepsi yeni çıkmış Chouqette'ten dağıtmaya başladı. Aslında Fransız kökenli bu hamurişi tatlı "pâte à choux" denen süt, tereyağı, tuz, yumurta ve unla yapılan hamurdan yapılıyor. Üzeri de inci şeker olarak adlandırılan iri taneli şekerle süsleniyor. Hamurun lezzeti bir harika. Kremalı versiyonu da satılan bu tatlıyı sıcak sıcak yakalarsanız şanslısınız. "Liège'de Gaufre nerede yenir?" sorusunun cevabını araştırdığımda karşıma çıkan mekan "Une Gaufrette Saperlipopette" idi. Evinize alırsanız 5 gün bayatlamadan dayandığını da söylüyorlar, paket yaptırabilirsiniz. Çünkü söylediğim rotayı yaparsanız şeker komasına girebilirsiniz.
Yine de gelelim şu Gaufre meselesine:
Belçika demek Waffle, Fransızcası ile Gaufre (Gofr) demek! Gaufre’un en temelde iki çeşidiyle karşılaşıyor gelenler: Gaufre de Bruxelles ve Gaufre de Liège. Yani Brüksel ve Liège şehirlerine ait bu iki lezzetin bizdeki wafflelar ile bir alakası yok diyebilirim. Bu iki Gaufre’u birbirinden ayıran ise hamurları. İkisi de mayalı olan bu hamurlarda Liège usulü olan da toz şekerden biraz daha büyük şeker taneleri bulunuyor ve hamur Brüksel usulündeki gibi sıvı değil yoğrulabilen bir kıvamda oluyor. Hatta koca hamurdan küçük bir parça koparıp önce tartıda ölçüyorlar sonra makinede pişiriyorlar. Daha kalın ve tıknaz yapıya sahip Liège Gaufre’u kare şeklinde oluyor. Brüksel’de bile daha çok Liège Gaufre’u satılıyor. Üzerine ne koydurursanız artık, çikolata, çilek, krema… Ama en güzeli bence pudra şekerli alıp hamurun tadını çıkarmak. Liège ise hiç öyle üzerine bir şey koyduklarını görmedim. Burada zaten bir de içi tarçınlı versiyonunu satıyorlar, çok tatlı geliyor kendi halinde. Brüksel Gaufre’u da söylediğim gibi sıvı bir hamura sahip. Piştikten sonra dışı çıtır çıtır içi yumuşak bir yapıya sahip.
Liège kentini bana en çok sevdiren özelliği turistik olmayan ve yerel halkın uğrak yeri olan mekanları olması. Ülkeye gelen ziyaretçilerin genelde uğramadığı şehir aslında birçok gurme mekana sahip ve bunları öyle internetten kolayca bulmak mümkün değil. Şehrin öğle yemeği atıştırmalığı için en popüler mekanlarından birisi ise 1928 yılından beri La Maison André. Evet bu da bir sadece NCA’dan duyabileceğiniz bir öneri! Şehrin sokaklarında gezerken kapısında birikmiş kuyruk ile dikkatimi çeken mekanın en meşhur yiyeceği "jambon à l’os coupé au couteau". Kemiği ile kendi suyunda pişmiş jambon, bıçakla kesilerek servis ediliyor. Halk genel olarak ekmek arası alıyor, benimse tercihim ekmeksiz sade sade etin tadını çıkarmak. Daha birçok şarküteri ürünün de bulunduğu mekan tatlı olarak da Gaufre de Liège ve Bouquette (Liège krebi) sunuyor gelenlere. Günübirlik gezimde bile iki kez uğradığım mekanın herhalde bağımlısı olurdum orada yaşasam.
Yazdıkça sadece yemek yemiş gibi hissediyorum ama daha bitmedi. :) Ana yemeğim için tercihim ise Brüksel’de birçok mekanın menüsünde gördüğüm ama asıl şehrine sakladığım: "Boulet à la liégeoise". Bizim de neredeyse her ilçemizin köftesi meşhur ama böylesi bizde yok köftenin. Sığır ve domuz eti, maydanoz ve soğan ile birleşiyor; kuru üzüm, kuru erik, Liège sosu (elma veya armutun kaynatılmasıyla elde ediliyor), sirke, şekerden oluşan sosta iyice pişiriliyor. Bu köfte sosunun adı "sauce lapin", Fransızca "tavşan sosu" anlamına gelse de aslında tavşanla hiçbir ilgisi yok. Soyadı Lapin olan Géraldine hanımdan alıyor bu adı. Yemek bir Belçika klasiği olarak kızarmış patates ile servis ediliyor. Yanına mayonez eşliğinde yeşillikler de ekleniyor. Şehirde birçok mekanda bu yiyeceği tadabilirsiniz. Ben Le Huit adlı mekanı tercih ettim. Çünkü diğer yerlerin 1 porsiyonda 2 köfte olur kuralına karşın burada bir ya da iki köfte seçeneği sunuyorlar. E Euro 7 TL olmuşken beğenmeyeceğiniz bir tabağa 17 Euro vermek istemezsiniz tabi. Gent’te haşlanmış tavuk yemeğine hatırlamadığım bilmem kaç kadar Öro verince…
Günübirlik Liège turum bolca yemekle sonlanıyor. Aslında bir gece burada kalıp Hollanda’nın Maastricht şehrine geçip oradan da Köln yapıp İzmir’e dönmeyi planlarken Flixbus’un Maastricht otobüsünü iptal etmesi üzerine tüm planlarım değişti. Direkt Köln’e geçmek zorunda kaldım. Maastricht hiç aklımda kalmasa da Liège’de biraz daha zaman geçirebilmek çarşısının altını üstüne getirmek isterdim. Erasmus için Belçika’ya gelenleri çokça duyuyorum. Bana kalırsa Gent’e değil de buraya gelirseniz çok daha eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Liège’i aşırı mı abarttım bilmiyorum ama umarım gelmeniz için ikna edebilmişimdir!
Comments