Sakarya ya da Adapazarı, İstanbul’dan sıkılanlar için farklı bir hafta sonu kaçamağı olabilecek bir şehir. Doğal güzellikleri ve yemekleri ile dikkat çekici mekanlara sahip.
Günübirlik Sakarya gezimiz için Sabancı Üniversitesi’nden yola çıktık.
İlk hedefimiz Acarlar Longozu. Ama öncesinde yol üzerinde ilk durağımız Kandıra. Kandıra, Kocaeli’ye bağlı bir yerleşim yeri. Hindisi ve yoğurdu ile meşhur. Oldukça küçük ve kendi halinde bir yaşamın olduğu Kandıra’nın yoğurdundan almak üzere Yoğurtçu Soydanlar’a uğradık. Tadımlık boyut olmadığı için yarım kiloluk yoğurdu alıp arabada tatmak zorunda kaldık. Fakat sözde manda sütünden yapılmış olan yoğurdun hazır yoğurttan hiçbir farkı yoktu. Tabi yediğinin ne olduğunun farkında olmayan insanlar kolaylıkla kandırılabilir.
Yoğurdun üzerindeki ince bir katman şeklindeki kaymağından bile doğal bir yoğurt olmadığı fabrikasyon olduğu anlaşılıyordu. Edirne’den gerçek manda yoğurdu almıştım ve gerçekten çok lezzetli ve farklıydı. Yoğurtçuda aynı zamanda köy peyniri de satılıyordu. Hiçbir zaman “köy peyniri” adı altında satılan o olgunlaşmamış, taze, tatsız tuzsuz peyniri nasıl aldıklarını anlamamışımdır. Orada da bu peynirden tattık ve diğer yerlerdekinden hiçbir farkı yoktu ve fiyatı 37 TL idi. O fiyata en kaliteli olgunlaşmış, içinde keçi sütü de olan peynir alınabilir. Kısacası Kandıra sadece turist kazığı.
Kandıra kazığımızı kaşıkladıktan sonra Acarlar Longozu’na vardık. Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan özel ekosistem olarak tanımlanıyor. Türkiye’de Kırklareli (İğneada), Sinop (Sarıkum) ve Sakarya’da örnekleri olan longozların geleceği küresel ısınma sebebiyle tehlikede. Su seviyesinin azalması buradaki canlıları büyük ölçüde etkiliyor.
Yazın suları çekilen Acarlar Longozu, çiftçiler tarafından tarım arazisi olarak kullanılıyormuş. Yaklaşık 750 metrelik bir yürüyüş yolu yapılmış longozu gezmek oldukça keyifliydi. Fakat longozun tanımındaki gibi sulak bir alanda yürüyormuş hissi yerine bir nehrin kenarında yürüyormuş hissi uyandırdı. 16 km uzunluğa sahip longozun derinlikleri mutlaka daha ilgi çekicidir. Suyun üzerindeki nilüferler oldukça bakımsız ve cansızdı. Temizlenmesi gereken kızıl renkteki bitkisel atıkların nilüferlerin yaşamını zorlaştırdığı belli oluyordu. Etraftaki fındık ağaçları da Karadeniz’de olduğumuzu hissettiriyordu. Karadeniz’in ortasındaki Sinop’ta bile bu kadar fındık ağacı görmemiştim.
Longozda yemyeşil yürüyüşümüz sonrası yaklaşık 50 km uzaktaki şehir merkezine doğru yola koyulduk. Yol üzerinde hiç beklemediğim anda hoş bir manzara bizi karşıladı: Sakarya Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü yer. Buranın batıda kalan kısmına İhsaniye, karşı yakasına ise Yenimahalle deniyor. Yenimahalle bir sürü yazlık evle doldurulmuştu. İstanbul’dan buralara gelirken bizi en çok şaşırtan da yol boyunca gördüğümüz emlak büroları oldu. Yol kenarında neredeyse aralıksız bir biçimde bir ev boyutunda binalarda emlakçılar arsa, arazi satıyorlardı. Bu kadar emlakçıya rağmen gördüğümüz ev sayısı oldukça azdı. Doğrusu pek anlam veremedik.
Sakarya Nehri’nin Karadeniz’ döküldüğü yere dönecek olursak oldukça pis ve bakımsız bir plaja sahip olduğunu söyleyebilirim. “Her Yerde Pilates Her Yere Pilates” sloganı ile gittiğim yerlerde Pilates yaparken vidéo çekilirim. Burada çekilirken sanki çöplüğün içinde çekiliyormuş hissi oluştu. Burada Sakarya Nehri’nin kıyısı balıkçı tekneleri ve balık restoranları ile hoş bir görüntü oluştursa da asıl güzel bölgenin birkaç kilometre ötede bulunan ve plajı ile ünlü Karasu olduğu söylenebilir. Yaz sezonu henüz başlamadığı için Karasu’ya uğramadan hemen aşağı şehir merkezine doğru sallandık.
Sakarya şehir merkezi gayet küçük, küçüklüğüne rağmen trafikli kendi halinde bir yer. Sakarya’ya gelince yenmesi gereken birkaç lezzet ve bunların yenilmesi gereken belli başla mekanlar bulunuyor. Bu yiyeceklerin başında Islama Köfte geliyor. Yaptığım araştırmalara göre köfte için en çok önerilen mekan Meşhur Köfteci Mustafa. Fakat Ramazan sebebiyle kapalı olduğu için Uzunçarşı’da bulunan Hakiki Rumeli Köftecisi’ne oturduk. 1957 yılında İlyas ve Nazmi Usta’nın açtığı köfteciyi şu an ikinci kuşak işletiyor. Köken olarak köftenin Balkanlar’a ait olduğunu belirtiyorlar; Islama Köfte de Yugoslavya’dan göç eden bir ailenin üretimi ile ortaya çıkmış. Adını ise köftenin kemik suyunda ıslatılıp kızartılan ekmekler ile servis edilmesinden alıyor. Gerçekten de ekmek yemeyen birine bile ekmek yedirtecek kadar lezzetli yapıyor bu ıslama tekniği. Köftenin içindeki özel çekilmiş baharatların ve etin çok iyi oluşu da köftenin lezzetinin sırrı. Mekanda Ajda Pekkan, Barış Manço da yemiş; ayrıca Sabancı ve Koç ailelerinin ustaları gelip burada köfte yapmayı da öğrenmiş. Genel olarak bir yerin köftesi çok meşhur ise o köfteden bir zevk almam, meşhur olma sebebini pek anlayamam (Tekirdağ, Akhisar, İnegöl vb.). Fakat buranın köftesi gerçekten denemeye hatta bir kez daha yemeye değerdi.
Tabi köfte sonrası Adapazarı’nın meşhur tatlılarını da tatmadan olmaz. Adapazarı denince akla ilk gelen tatlı Revani. Bizim genel olarak pek yemediğimiz, yesek de evde yapılan bir tatlı olan Revani burada sokaklarda… Büyük tepsilerde pişmiş keklerin üzerine şurubu dökülüyor ve dilim dilim servis ediliyor. Aşırı yumuşak olmayan kekin dış kısmı hafif daha sert aşırı da tatlı değil. İrmik Helvası ve Kabak Tatlısı da denenmesi gereken tatlılardan. İrmik Helvası bildiğimizin aksine oldukça açık renkte. Muhtemelen süt ile kavruluyor, yerken süt aroması kendini hissettiriyordu. Kabak Tatlısı ise benim için sınıfta kaldı. Pekmez ile birlikte tatlandırılmış olan kabağın tadı bozulmuştu bence. Olması gereken yumuşaklık kaybolmuştu. Enteresan bir şekilde bu tatlılar köftecinin önünde büyük tepsiler halinde üzerleri örtülü bir şekilde sokakta duruyordu.
Şehrin eski çarşısı Uzunçarşı’da da sırf revani ile uğraşan dükkanların önünde de koca tepsilerde pişmiş revani kekleri görmek mümkün.
Uzunçarşı yaklaşık yüz elli yıldır Osmanlı, Rum ve Ermeni mimarisinden izler taşıyan binaları ile ayakta duruyormuş. Ayakkabıcılar, kuyumcular, kumaşçılar, helvacılar hala bu çarşıda. Tabi her yerde olduğu gibi AVM'ler buraya olan ilgiyi de azaltmış. Ama bence yapacak bir şey yok, nasıl insan değişen ve gelişen varlık ise şehirler de bir şekilde buna uyum sağlayacaktır.
Her şehirde olduğu gibi burada da bir simit tattım. Fırından simit alırken gözüme çarpan birçok fırında da gördüğüm içi dolu sıcak pidelerin satılıyor olmasıydı. Daha yeni köfte yememiş olsam tadacaktım. Biraz içimde kaldı doğrusu. Simidi ise alıştığımızın (İstanbul, İzmir, Manisa) aksine biraz tatlı bir tada sahipti. Acaba bir farklılık bulmaya çalışırken zorladım mı diye düşünürken Instagram hesabıma koyduktan sonra ilköğretim Matematik öğretmenimin de buradaki simidin tadını unutamadığını söylemesi üzerine bu farklılığı onaylamış oldum.
Günübirlik Sakarya gezimizi şehir merkezini biraz daha gezerek sonlandırdık. Aslında şehrin meşhur gölü Sapanca kenarında da oturmayı planlıyorduk. Fakat Ramazan sebebi ile gitmek istediğimiz mekanlar kapalıydı. Adapazarı, Çerkes köyleri ile de meşhur bir kent. Şu uyarıda bulunmakta fayda var. Kırkpınar Mahallesi’nde, Sapanca Gölü kenarında bulunan Çiftlik Restoran’da meşhur Çerkes kahvaltısı olduğu söyleniyor. Normal kahvaltıdan farklı olarak kızartılmış Çerkes peyniri getiriyorlarmış. Baba tarafından Çerkeslik olan biri olarak bunun özel bir şey olmadığını söyleyebilirim. Yaptığım araştırmalara göre Çerkes yemeklerini tatmak için en iyi adres Alaşara Restoran. Kaçamak, sızbal, mantı gibi meşhur Çerkes ve Abaza yemekleri yapılıyormuş. Gitmeden önce arayıp istediğiniz yemeklerin siparişini vermek gerekebilir tabii.
Günübirlik yeşil bir zaman geçirmek için ideal bir kent Sakarya. Ama Ramazan ayı eğer ki gurmelik peşindeyseniz hüsranla sonuçlanabilir. En ünlü köftecide yemeden, Çerkes yemeklerini tatmadan dönmek zorunda kaldım maalesef. Bu sebeple yolum bir daha Adapazarı’na düşecek. Aynı zamanda anlatmayı unuttuğum sarımsaklı yoğurtlu dönerinden tatmak için Dönerci Ömer’e de uğramayı unutmayacağım.
留言