top of page

TARSUS

Güncelleme tarihi: 16 Eki 2018


1. Gün

Adana’ya gitmişken çevresindeki şehirlere de mi uğramalı diye düşünürken yaptığım araştırmalara göre Mersin’i gezmek için en az 5 gün ayrılması gerektiğini duymuştum. Mersin’i iki güne sıkıştırıp yarım yamalak gezmektense geçen yıl Nilay Örnek’in yaptığı paylaşımlar ile ilgimi çeken Tarsus’a iki gün ayırmaya karar verdim.

Tarsus’a Adana’dan ulaşım çok kolay. Adana Şakirpaşa Havalimanı’ndan kalkan Havaş ile 14 TL’ye yaklaşık 45 dakikada ulaşılıyor Tarsus’a. Tarsus, 300 bini aşan nüfusu ile Mersin’in en büyük ilçesi konumunda. Meşhur Kleopatra Kapısı’nın önünde iniyoruz Tarsus topraklarına. Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın MÖ 41 yılında sevgilisi Romalı General Antonius ile buluşmaya geldiğinde bu kapıdan içeri girdiği için bu adı alan kapının olduğu yere kadar eskiden deniz geliyormuş. Bizans Dönemi’nde inşa edilen surlarda bu kapı dışında Adana ve Dağ Kapısı da varmış fakat ayakta kalabilen tek kapı bu olmuş.

KLEOPATRA KAPISI

Öğretmenevi yolunda boş durmayıp hemen tadıma başladık. Havana adlı fırın ilk durağımız. Burada Şumralı yani rezeneli kurabiye ve bir de kömbe aldık. Rezenin aroması herkese uymayabilir fakat daha önce yediklerime kıyasla o anason aroması çok daha azdı. Tatlı ve susamlı kömbe de oldukça lezzetli, içi katman katman ve yumuşacıktı. Yolda yürümeye giderken karşımız simitçi de çıkınca dayanamadık.

HAVANA

Gittiğim her şehirde mutlaka bir sokak simidinden tadarım genel olarak hepsi birbirinden farklı olur. Burada da Adana’da da yaygın olan Kazan Simidi yapılıyor. Kazan Simidi yoğurulurken un, buzlu su, tuz ve maya kullanılıyormuş. Hamur hazırlandıktan sonra iki uzun parça örülür gibi birleştiriliyor; ardından pekmezli karışıma batırılan simitlerin bir tarafı susamlanıyormuş. Tat farkı üzerindeki susam azlığından kaynaklanıyordu. Yüzey ile temas etmeyen tarafı susamlandığı için de yanık susam tadı gelmiyordu. Hamurişlerimizi yemeyi tamamlayıp Öğretmevi’ne vardık. Öğrenci için geceliği 56 TL. Öğretmenevi resepsiyonisti bize nereleri gideceğimizi sordu ve cevabımız üzerine “Adana’da ne yapacaksınız 3 gün? AVM mi gezeceksiniz? Mersin’in güzel koylarını gezin!” dedi. Eğer iyi bir araştırma yaptıysanız tüm planınızı değiştirecek önerilere kulak asmayın. Çünkü yerel halk için çok olağan ve sıradan gelen yerler, yemekler sizin için farklı olabiliyor. Onların gitmenizi önerdiği yerler uzak ve geri kalan tüm planlarınızı alt üst edecek dereceye gelebiliyor. Benim tüm inatlarıma rağmen diğer yoldaşlarım adamın büyüsünde kaldığı için bir an değiştirecek gibi olsak da onlar da araştırdığında imkanlarımız dahilinde zor olduğunu fark ettiler. Şimdiden söyleyeyim Tarsus için 2 gün, Adana için de 4 gün gerekiyor, rahat rahat gezip yiyebilmek için.


ÖĞRETMENEVİ


ÖĞRETMENEVİNDEN TARSUS

Öğretmenevinden çıkıp gezimize Tarsus Şelalesi’nden başladık. Tarsus’un biraz kenar bir mahallesinde yürürken dümdüz bir yolda ilerliyorduk ve aklımda tepe olmadan suyun nasıl şelale oluşturacağı sorusu vardı. Şelale Restoran’a girdiğimiz anda bizi dışarıdan hiçbir şekilde gözükmeyen bir güzellik karşıladı. Yüksekliği çok fazla olmayan fakat geniş bir alana yayılmış, hızla suların aktığı mükemmel ötesi bir şelale idi. Tarsus Çayı normalde başka bir yerden akıyormuş, Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından yatağı değiştirilmiş ve şimdiki şelale oluşmuş. Günümüzdeki adı Berdan olan çayın adını da Abbasiler El Baradan yani “soğuk su” anlamına gelen kelime ile oluşturmuşlar. Hatta bir rivayete göre de Büyük İskender bu sularda yıkandıktan sonra zatüreye yakalanmış ve iyileşemeyip hayatını kaybetmiş.

TARSUS ŞELALESİ

Şelalede hemen bir yemek patlattık. Tarsus’ta sac tava yememi önermişti Edirne gezisinden tanıdığım Halil. Ortaya iki porsiyon sac tava söyledik yanına da süzme yoğurt. Güzel büyük bir salata getirdiler; istemediğimiz halde getirdikleri halde sonra parasını da aldılar. Sac tava oldukça lezzetli idi, kaşar parçaları koymasalar daha iyi olabilirmiş. Bol yağlı idi getirdikleri pideleri de yağa bana bana yemeğimizi bitirdik. Ve şehir merkezinin yolunu tuttuk. Dolmuş ile yaklaşık 5 dakikalık bir yol.

SAC TAVA

Çarşının ortasında iner inmez bizi Antik Yol karşıladı. Burası bana İskenderiye’yi hatırlattı. 2100 yıl önce yapılmış bu yolun kenarlarında sun drenaj sistemi bulunuyormuş. Bugün sadece tel örgülerin arkasından görme şansımız oluyor.

ANTİK YOL

Hemen oradan şehrin simgesi haline gelmiş St. Paul Kuyusu’na geçiş yaptık. Hristayanlık’ın yayılmasına büyük katkıda bulunmuş St. Paul’ün evinin bulunduğu yer imiş burası. Aslında Yahudi olan St. Paul, zamanında Hristiyanlığı yaymaya çalışan birinin öldürülme kararını onaylamış; efsaneye göre bir gün İsa ona görünmüş ve gözleri 3 gün boyunca kör olmuş. Bu olaydan sonra da kendisini Hristiyanlık’a adamış. Ama onun sonu bu dini yaymaktan dolayı olmuş. Açıkçası Müzekart yoksa girilmeye değer bir yer değil. Kuyu zaten dışarıdan gözüküyor, ek olarak üzeri cam ile kaplanmış birkaç bina kalıntısı var. Yani para verip girmeye değmez.

ST. PAUL KUYUSU

Kuyunun hemen yan tarafı tarihi Tarsus evlerinin bulunduğu bölge. Taş, kerpiç ve ahşap kullanılarak yapılmış olan bu evlerin alt katı ambar üst katı ise yaşam alanı olarak kullanılmış. Bölgenin tarım ürünü olan pamuğun etkilerini binanın mimarisinde görmek mümkün. Büyük pamuk yığınlarının sığması için alt katlar bayağı yüksek yapılmış. Eskişehir, Kula ve Ankara’daki eski evlerin aksine dış cephede daha çok kullanılan taş binalara çok şık bir hava da katmış.


TARSUS EVLERİ

Biraz daha ilerleyince Ulu Cami’ye vardık. Hemen hemen her şehrin bir ulu camisi olur. Dikdörtgen planlı bu taştan caminin en büyük özelliği iki minaresinden birinin saat kulesi vazifesi görmesi. Gerçekten hoş bu caminin hemen yanında Kırkkaşık Bedesteni bulunuyor. Ramazanoğulları Beyliği zamanında yapılan bedesten ilk başlarda aşevi ve medrese olarak kullanılmış. Şimdi ise hediyelik eşyaların satıldığı, incik boncuk dükkanlarının olduğu turistik bir mekan.

ULU CAMİ

KIRKKAŞIK BEDESTENİ

Bu kadar tarih yeter deyip esnafın kaynaştığı sokaklarda yürüyoruz. Tarsus’un en güzel özelliği sokaklardaki küçük tatlıcı arabaları. Bu tatlıcılarda baklava, mamul, muhallebi, kazandibi, şambali ve daha fazlasını bulmak mümkün. Her tatlıcının kendine özgü bir tatlısı bulunuyor. Ben de hemen karşıma çıkan Muhallebici Ayhan Usta’dan bir tabak kazandibi aldım. Çok özel değildi fakat kazandibini altındaki dibi ile karıştırıp dondurmuşlar. Bu sebeple rengi kahverengi idi, tadı da o kadar güzel değildi.

MUHALLEBİCİ AYHAN USTA

Tarsus’ta aynı zamanda Çanakkale Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynayan Nusret Mayın Gemisi’ni görmek mümkün. Çanakkale Zaferi’nin ardından da uzun süre kullanılan gemi en son Mersin açıklarında batmış. Daha sonra denizden çıkarılan batık 3 parçaya ayrılarak getirilip aslına en uygun şekilde Tarsus Çanakkale Parkı’na yerleştirilmiş.

NUSRET MAYIN GEMİSİ

Tarsus’a gidip yemek yenilecek bir yer de Ciğerci Apo. Domates ezmesi, sumaklı soğan, pişmiş soğan, salata ve roka ile yapılan başlangıcın devamında ciğerler şişte geliyor. Bir porsiyonda 10 şiş bulunuyor ve soğumaması için 5 şişi sonra getiriyorlar. Ben yarısını yürek şiş istedim. Ciğer de yürek de oldukça lezzetli idi. Bir şişe 4 parça et 2 parça kuyruk yağı koymuşlardı. Zaten şişi güzel yapan da bu yağdır. Getirdikleri lavaşlar da oldukça inceydi ve yağlanarak getirilmişti. Toplamda 1 porsiyon şişe 26 TL ödeyip oradan ayrıldım.


CİĞERCİ APO

Şimdi sıra humusta.. Akdeniz ve güneydoğu şehirlerimizde ve Lübnan gibi ülkelerin meşhur yemeğidir humus. Ama geçen yıl Hatay gezimizde gördük ki humusun tadı lokantadan lokantaya çok değişiyor. Tarsus 3-4 tane humusçu var. En meşhuru ise Kervan Humus. Biz biraz geç kaldık, 9.00’da kapanıyormuş. Son 10 dakikada hemen bir pastırmalı humus söyledik. Nohuttan yapılan humusun üzerine tereyağı ile kızdırılmış pulbiber ve pastırma konuluyor. Lezzetli idi fakat pastırmalar biraz yanmıştı. Pastırmasızı tercih ederdim ve bir tabağına 20 TL istemeleri biraz abartı geldi. Kebap mı yiyoruz? Araştırmalarım doğrultusunda Tarsus humusu hazırlanırken pişmiş nohutların kalaylanmış dövme bakır tas içerisinde tokmakla eziliyormuş. Bu geleneksel yöntemin kullanılması nohudun makinede çekilmemesi onu diğer humuslardan farklı kılıyormuş. Pişmiş nohudun tokmak ile ezilmesi sonucu elde edilen nohudun pürüzlü kalması ve sıcak servis edilip ana yemek olarak kabul görmesi ile diğer pürüzsüz ve soğuk meze olarak servis edilen humuslardan ayrılıyor. Ezilen nohudun içerisine de Çukurova bölgesinde hasat edilen yerli susamlardan üretilen tahin ekleniyor. Ve Hatay’dakiler gibi tahin çok baskın değil. Humsun yanında da bolca ekmek, söğüş domates, salatalık turşusu ve biber turşusu getiriliyor. Parası ve acele yemek zorunda kalışımız dışında lezzeti gayet iyiydi.


PASTIRMALI HUMUS

Akşamın devamında yine meşhur Tarsus Fındık Lahmacunu yemek üzere Yeni Ada Kebap Salonu’na geçtik. Yeni Ada Kebap Salonu dıştan modern gözüken, içerisi gayet çık restore edilmiş bir taş bina. Ahşap çatısı ve asma katı ile çok hoş. Meşhur Tarsus Fındık Lahmacunu ise mükemmel ötesi. Bazı yerlerde bu lahmacun için kuşgözü de yazıldığını gördüm ki bu daha doğru bir tabir olur. Çünkü o kadar küçükler ki iki ısırıkta bitiyorlar. Geçen yıl Antep’te yediğim Fındık Lahmacun ise bizim normal olarak algıladığımız lahmacun büyüklüğünde idi, onların yemek anlayışı farklı tabi.. Tarsus’ta bir porsiyon lahmacunda 8 adet Fındık Lahmacun bulunuyor ve porsiyonu 13 TL. Lahmacunlar o kadar lezzetli ki içerisine koydukları kuyruk yağı ayrı bir lezzet katmış. Yerken çok sıkmadan yağları akıtmadan yemekte fayda var. Ortaya 2 porsiyon söylemiştik ama lezzetine doyamayıp bir porsiyon daha söyledim, mükemmeldi. Hele ödediğimiz miktarı görünce daha da mutlu olduk.

TARSUS FINDIK LAHMACUN

Sıra tatlıda idi. Şehrin meşhur tatlıcısı İbrahim Usta, yeni popüüler adıyla İBODO’nun yolunu tuttuk. Asıl çarşıya biraz uzak kalsa da tatlıları için gitmeye değer. Mersin’in meşhur tatlısı Kerebiç’i Tarsus’ta yemenin doğru adresi burası. Kerebiç, irmikle yapılan içi fıstık ve ceviz dolu bir kurabiyenin üzerine köpük helva ile sunulduğu bir tatlı. Bir porsiyonda üç kerebiç yani kurabiye oluyor. Aslında üzerine koyulan köpük helva tatlıyı biraz ağırlaştırıyor, helvanın tadı çok baskın ve asıl kerebiçin tadını engelliyor bence. Ama gelenek böyle saygı duyuyorum. Köpük helvanın nasıl yapıldığına gelecek olursak. Çöven kökü bir gün bekletildikten sonra kaynatılıyor ve çıkan yeşil su sürekli çırpılarak beyaz köpüğe dönüştürülüyor. Daha sonra bu köpük şekerle çırpıldığında Köpük Helva’ya dönüşmüş oluyor. Kağıt helva arasındaki o tatlılık veren ince beyaz katman işte Köpük Helva. Aynı zamanda İzmir Bozdağ’da bu helva yoğurt gibi plastik kaplarda satılıyor, eskiden her gidişimde gider alırdım, ama 2 kaşık yedikten sonra yetiyor ve bir daha yüzüne bakmıyordum.

KEREBİÇ

Artık uyuma vakti gelmişti yavaş yavaş öğretmenevine geri döndük. Odalarımız oldukça büyüktü. Tek kişi kalmama rağmen iki kişilik yatağın bulunduğu bir oda ve 2 çekyatın bulunduğu ayrı bir odadan meydana geliyordu kaldığım alan. Bunun sebebi de gezimize gelmekten vazgeçtiği halde parasını ödeyen arkadaşlarımızdı.



İKİ FOTOĞRAF DA BENİM ODAM


2. Gün

İkinci güne tabii ki erkenden başladım. Yoldaşlarım uyumayı tercih etti ben ise öncelikle Tarsus Müzesi’ne gitmeyi. Dün ciğer yediğim Ciğerci Apo’nun biraz ilerisinde bulunan müze Tarsus Kültür Merkezi ile yan yana bulunuyor. Gayet küçük olan müzenin ilk katı biraz daha etnografik; burada Tarsus evi ve Türkmen kültürünü yansıtan eşyalar, kilimler bulunuyor. Alt katta ise arkeolojik kalıntılar sergileniyor.

Müzeden çıkıp doğruca bir başka müzeye: St. Paul Anıt Müzesi. Aslında 1850 yılında Arap-Rum Cemaati tarafından yapılmış bir Ortodoks kilisesi olan müzenin tonoz kısmında Hz.İsa ve havarileri Yohanes, Mattios, Marcos ve Lucas’ın resimlerini görmek mümkün. Dış cephesi taş olan kilise çevresindeki uzun ince palmiyeler ile hoş bir görüntü oluşturuyordu.



ST. PAUL ANIT MÜZESİ

Kahvaltı için durağım Ayrancı Orhan oldu. Tarsus ve Adana’da bir gelenek simit ayran. Ayrancı Orhan her gün inek sütünden yapılan ayranını müşterilerine sunuyor. İçerisi sanki bir lokanta gibi bir sürü masa ve sandalyeye sahip, bazıları gelip oturuyor bazıları da benim gibi paket yaptırıyor. Ayran için özel plastik şişelerini alıyor, önce içine bir miktar tuz, sallıyor yayılsın diye. Sonra kocaman ayran kazanının içinden kepçeyle alıp huni ile dolduruyor şişeye. 3 çeşit simit ve poğaça da vardı ama tabii ki Kazan simidi aldım. Ayranın kıvamı bayağı yoğundu oldukça lezzetli idi ve gerçekten simit ile çok yakışıyordu.


AYRANCI ORHAN

KAZAN SİMİDİ & AYRAN

Yoldaşlarım ile Eshab-ı Kehf Mağarası’na gitmek üzere Halk Eğitim Merkezi’nin hemen yanındaki caddede buluştuk. Orada tavuk ürünleri de satan bir manav var hemen otobüs durağının önünde. Ve de küçük bir simitçi. O simitçiden otobüse binmek için tek geçişlik biniş kartlarından 2’şer TL’ye aldık. Eshab-ı Kehf otobüsleri 10.30 ve 12.30’da kalkıyor. Biz 10.30 otobüsüne yetiştik. Tarsus’tan mağaraya; daha doğrusu mağaraların olduğu Dedeler ve Taşkuyu köylerine giden otobüs yaklaşık 30 dakikada oraya varıyor.

BİNİŞ KARTI

En başta Eshab-ı Keyf Mesire Alanı’nın olduğu yere çıkıyor ardından Dedeler Köyü’ni geçtikten sonra Taşkuyu Köyü ve Taşkuyu Mağarası’ndan geçiyor. Biz de öncelikle Taşkuyu Mağarası’na geçtik.

2006 yılında yol çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Taşkuyu Mağarası, içerisindeki sarkıtlar, dikitler, damla taşları ile birlikte egzantirik adı verilen aykırı oluşumlar ve mağara incileri ile Türkiye’de ender görülen oluşumlardan biri. Yaklaşık 470 metre uzunluğundaki mağara içinde gezerken kat kat inmek gerekiyor. Mağaradaki her bir galeriye Ashab-ı Kehf Mağarası‘nda uyuduğu düşünülen 7 uyurların adı verilmiş. Hayatımda ilk kez bu tarz bir mağarayı gezmiş oldum, çok keyifliydi, hafif karanlık aynı zamanda nemli havası farklı bir his yaratıyordu. Ama arka planda çalan ilahi tarzı dini şey (ne olduğunu bilmiyorum) çok alakasızdı. Çünkü bu mağara doğal bir oluşum ve dini bir hikayeye ev sahipliği yapmıyordu.

TAŞKUYU MAĞARASI

Daha sonra yürüye yürüye Eshab-ı Kehf Mağarası’na gitmeye karar verdik. Yaklaşık yarım saat sürecekti, çok sıcak, güneşli ve yokuş bir yolda koyulduk yürümeye. Acaba otostop mu çeksek diye düşünürken bir anda bir Şahin yanımızda durdu, içinde iki esmer genç nereye gittiğimizi sordu, hiç sorgulamadan atladık içine. Halbuki o araba bizim yanımızdan bir kez daha geçmişti, muhtemelen sırf kızlar için tekrar geldiler. Neyse bizi Eshab-ı Kehf’e bıraktıklarına göre sorun yok.

Eshab-ı Kehf de bir mağara fakat dini bir hikayesi olan. Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresinde sözü edilen mağara Müslüman ve Hristiyanlarca kutsal sayılıyormuş. Yaşadıkları dönemde Rum hükümdarı Dakyanus'un zulmüne maruz kalan ve Allah'a olan inançlarının gereğini yapabilmek için Tarsus şehrinden kaçıp buradaki mağarada 309 yıl uyuyan 7 arkadaşın tekrar bu mağaraya döndüğü ve bir daha ortaya çıkmadıkları söyleniyor. Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adlı gençlere hükümdar eğer putlara tapmazlarsa onları öldüreceğini söylüyor. Bu mağaraya gelip uyuyorlar. Uyandıklarında içlerinden biri şehre yiyecek almaya gidiyor ve elindeki paraya antika muamelesi yapılıyor. Daha sonra gençler bu konuyu görüşmek üzere mağaraya tekrar döndüklerinde bir daha geri çıkmıyorlar. Tanrı tarafından korunduğu düşünülen bu 7 uyurlara gelen insan kitlesi diğer mağaraya göre daha fazla. Özellikle buraya dua etmeye gelen birtakım insanlar var. Mağaranın da üstüne Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan caminin de iki minaresinden aşırı uzun olan 3 şerefeli minaresi dikkat çekiyor. Sanki arkasındaki tepe ile boy ölçüşüyormuş gibi gözüküyor uzaktan.

ESHAB-I KEHF MAĞARASI

ESHAB-I KEHF CAMİİ

Buradan dönmek ise o kadar kolay değil. Otobüsler çok sık geçmiyor. Biz de yine birinden rica etmeye karar verdik. Önce bir adamla konuşmaya daldık. O da komşularını toplayıp getirmiş bir minibüs, bize de yer açacaktı. Ama artık o mağarada ne yaptılar bilmiyoruz bir türlü gelmedikleri için biz de başka birinin arabasına atlayıp geri döndük.

OTOSTOP

Döner dönmez öğle yemeği için Kent Lokantası’na gittik. Buranın kelle paça çorbası meşhur. Salçalı ve unsuz yaptıkları çorba oldukça lezzetli idi. Porsiyonu 15 TL idi ama içinde parasını hak edecek kadar et de vardı. Lokantada çorbanın dışında döner ve ev yemekleri de vardı. Öğretmenevi’ndeki resepsiyonistin dediğine göre döneri bozmuş. Bayağı kalabalık, müşteriye karşı gayet ilgili bir adamdı.

Bizi Tarsus’a bırakan adamın önerisi ile Humusçu Orhan Usta’ya da uğradım. Adamın dediğine göre humus dediğimiz tereyağlı olurmuş, pastırma tadını bozarmış. Orhan Usta’ya girip humus istedim, bana Kervan Humus’taki gibi zeytinyağlı, tereyağlı, pastırmalı seçenekleri sunmadı. Demek ki humus dediğimiz gerçekten terayağlı olurmuş gerçekten. Önüme geldi sıcacık bol yağlı bir humus, yanına acur turşusu, yeşillik ve limon. Gayet lezzetliydi ve gerçekten Kervan Humus’tan daha lezzetliydi ve de 10 TL. Popülerliğini kullanıp fiyatını da artıran mekanları bu yüzden pek sevmem. Üstelik Orhan Usta’ya humusu nasıl yaptığını sorduğumda bana anlattı. Detayları yukarıda yazmıştım, görüntüler ise Youtube Kanalı’mda.

HUMUSÇU ORHAN USTA

Ve Tarsus’a gelmişken Mamul yemeden olmaz. Mamul de irmikle yapılan bir kurabiye. Yerken irmikler tane tane ağza geliyor ama içi hafif şerbetli ve cevizli. Bunun en meşhuru ise Mamülcü Mümin. Maalesef yerini söyleyemiyorum. Sokakları dolaşmak gerek. Çünkü o da Tarsus’taki diğer tatlıcılar gibi bir arabada hizmet veriyor. Aslında Atom Mamul adını verdikleri ceviz, fıstık ve kajulu mamulleri de olsa da ben gittiğimde bulamadım. Cevizlisi de gayet lezzetliydi. Şu an yazarken keşke bir tane daha yeseydim dedim.

MAMÜLCÜ MÜMİN


MAMÜL

Öğretmenevine giden caddede uğranılması gereken bir yer daha var: Hz. Danyal Peygamber’in Makamı. Yahudileri Babil esaretinden kurtarmış bir peygamber olan Danyal, bir kıtlık senesinde Tarsus’a davet edilmiş. Bolluğunu da beraberinde getiren Danyal’ı Tarsuslular geri bırakmamış ve burada hatta veda etmiş ve şu an Makam Camii denen yere gömülmüş. Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince, Danyal Peygamberin mezarı açtırılmış. Kocaman bir lahit içerisinde altın iplikli kumaşa sarılı uzun boylu bir ceset görülmüş. Onun Danyal olduğu yüzüğünden anlaşılmış. Bu yüzüğe biri erkek olan iki aslanın arasında genç bir çocuk, dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiş. Çünkü o doğduğunda Babil Kralı kehanet üzerine tahtını yerinden edeceği korkusuyla onu öldürme emri vermiş. Bu yüzden o aslanların himayesinde bir mağarada büyümüş. Hz. Ömer cesedi Yahudiler tarafından çalınmasın diye daha derine güvenli bir şekilde gömdürmüş. Makam Camii’nin son tadilatı sırasında yapılan kazı sonucu mezar ortaya çıkarılmış Danyal Peygamber Kabri olarak ziyarete açılmış. Kazılan alanın üzerine yapılan yürüyüş alanı ile görülebileceği iki katlı bir alan burası. Tabii ki mezarın üzeri koca bir kaya parçası ile kapalı olduğu çok detaylı bir görünüme sahip olmasa da yine de görülmesi gereken bir mekan bence.

HZ. DANYAL PEYGAMBER'İN MAKAMI

Öğretmenevine dönerken Tatlıcı İslam’dan da 1 TL’ye bir cevizli havuç dilim baklavayı almayı ihmal etmedim. Bahsettiğim sokaktaki tatlıcılar genellikle baklava tarzı tatlılar satıyorlar. Bunlardan birini tatmadan dönemezdim tabii ki. Çok lezzetli değildi doğal olarak, yumuşak, az malzemeli idi. Ama 1 TL’nin de hakkını yemiyordu. Tatlıcı İslam, Şahmaran heykelinin tam karşısında bulunuyor.

TATLICI İSLAM

Meşhur Şahmaran hikayesi de Tarsus ile bağdaştırılıyor. Şahmaran Farsça bir kelime, “Maran” yılan; “Şah” sözcüğü ise “kral” anlamına geliyormuş. Şahmaran baş kısmı insan olan ve yılanla insanın birleşmesinden oluşmuş, doğa üstü bir yaratıktı. Yılan figürleri, genelde kötülük ve uğursuzluğu anımsatsa da Şahmaran figürü: doğurganlığı, bereketi ve bilgeliği sembolize ediyor. Efsaneye göre, Şahmaranı gören ilk insan geçimi için odun satan fakir bir ailenin oğlu Cemşab imiş. Bir gün Cemşab ve arkadaşları bal dolu bir mağara keşfetmiş. Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları, paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçmış. Cemşab mağarada bir delik görmüş ve buradan ışık sızdığını fark etmiş. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girmiş. Bu bahçede çok güzel çiçekler,havuz ve bir sürü yılan varmış. Havuzun başındaki tahtta bembeyaz vücutlu bir yılan oturmaktaymış. Şahmaran'ın güvenini kazanan Cemşab uzun yıllar bu bahçede yaşamış. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarınca Şahmaran da kendisini salacağını ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini istemiş. Şahmaran'a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmeran'ın yerini kimseye söylememiş. Bir gün ülkenin padişahı hastalanmış. Vezir, hastalığın çaresinin Şahmeran'ın etini yemek olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Cemşab kuyunun yerini gösterince Şahmeran dışarı çıkarılmış. Şahmeran Cemşab'a "Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu vezire içir, etimi de padişaha yedir!" demiş. Bunun sonucunda vezir ölmüş padişah da iyileşip Cemşab'ı veziri yapmış. Bu efsaneye göre Şahmeran'ın öldürüldüğünü yılanlar bilmiyormuş. Şahmeran'ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar tarafından Tarsus’un günü gelince istila edileceği rivayet ediliyormuş.

ŞAHMERAN HEYKELİ

Resepsiyonistin sözlerine rağmen iki gün boyunca Tarsus’u çok güzel gezdik, çok güzel yedim. Tarsus gerçekten de zaman ayrılması gereken tarih dolu bir ilçesi Mersin’in ki bence Mersin’in tamamına zaman ayrılamıyorsa Adana’ya gitmişken gidilmesi gereken bir yer. Ayrıca şimdi hızlı tren sayesinde oldukça yakınlaşmış Adana’ya. Biz öğretmenevinin sağ çapraz karşısından kalkan dolmuşlar ile 8 TL ödeyerek döndük Adan’ya. Bol bol yiyeceğimiz Adana için güzel bir ısınma oldu aslında…

CANSU, NCA, YEŞİM

bottom of page